|
Her şey, “Sen öleceksin, onlar da ölecekler”[1] şeklindeki ilâhî haberle başlamıştı. Ayet, Medine’de yaşanan onca güzel hatıraların sona ereceğini bildiriyordu. Vahye merkez olmuş Medine bir gün kendisine yaratanın bahşettiği en büyük nimeti kaybedecekti. Bir gün gelecek Medine topraklarına değmeyecekti artık Peygamberin mübarek ayakları… Medine sokakları hasret kalacaktı onun o heybetli yürüyüşüne. Gün gelecek Medine’nin taşı toprağı özlem duyacaktı bir zamanlar sahip olduğu o büyük nimetlere… Mihrap mahrum kalacaktı artık o yüce kitabın Peygamberî tilavetinden… Minber duyamayacaktı bundan böyle mübarek dudaklardan dökülen vahiy menşe’li sözleri.
Allah kelamıyla yeniden dirilen sahabe düşünmek dahi istemiyordu o günleri. Fakat emâreler vardı şimdi o büyük ayrılığa. Allah Resulü ﷺ ’nün konuşmalarından ayrılık kokusu geliyordu buram buram… Veda haccındaki “Belki bu yıldan sonra artık sizi göremeyeceğim”[2] sözü ölümden beter bir hayatı düşünmeye sevk ediyordu sahabeyi. Dünya’ya veda edişin habercisiydi bazı kelimeler. Bazı cümleler sanki elveda diyordu bütün bir insanlığa hece hece… Ayetler dahi sonu anlatıyordu hep. “Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim ve üzerinize nimetimi tamamladım”[3] ayeti gelince Sıddîk-ı Ekber, seksen bir günün sonrasındaki yalnızlığı anlatan ince manayı hemen kavramıştı zaten. Fatıma’ya fısıldamıştı ayrılık haberini yüce Nebi:
“ Kızım, Cebrail her yıl bana Kur’anı bir kez arz ederdi. Bu yıl iki kez arz etti. Ecelimin geldiğini zannediyorum” buyurmuştu hanımlar seyyidesine…[4]
Muaz b. Cebel’i Yemen’ e gönderirken ayrılma vakti gelince “Muaz!” demişti Fahr-i Kâinat. “Belki bu yıldan sonra artık beni göremeyeceksin. Belki (döndüğünde) benim bu mescidime veya kabrime uğrayacaksın” buyurarak çok yakındaki ebedi yolculuğunu haber vermişti aslında.[5] Mutat vaazlarından birini irad ederken o günlerde, yine gözler yaşarmış, gönülleri haşyet kaplamıştı. Bir sahâbî kalkıp “Ya Resulallah! Sanki veda eden birisinin konuşma edasıyla vaaz ettiniz, bize neyi vasiyet edersiniz” dediğinde Server-i Kâinat, “takvayı, itaati ve Sünnete sarılmayı” tavsiye etmişti.[6] Hikmet pınarı mübarek ağızdan ayrılık haberleri çıkıyordu şimdi günbegün. “ Bir kul ki, Rabbi ona Dünya güzellikleriyle kendi katında olanı tercih hakkı verdi. O ise Rabbi katında olanı tercih etti” buyururken az bir zaman sonra Medine semalarının karanlıklara boğulacağı tatsız günlere atıfta bulunuyordu Mahlûkatın seyyidi.
Ölüm sekeratının ilk emaresi, Mü’minlerin annesi Meymune’ nin evinde zahir olmuştu. Hz. Peygamber ﷺ’in hastalığı artmış ta ki bayılmıştı.[7] Baki’deki Cenaze’den döndüğü bir gün Hz. Aişe’yi “Vah başım” derken bulduğunda “Asıl vah benim başım ey Aişe” demiş ve eklemişti âlemlerin sultanı: “Sen benden önce ölsen ne zararın olur ki? Seni yıkar, kefenler, cenazeni kılıp defnederim”.[8]
Büyük olmanın bedeli şiddetli imtihanlara tahammül etmekti elbette. Onun için Peygamber ﷺ’in ölüm hastalığını anlatan Hz. Aişe, “Ben Allah’ın nebisinden daha şiddetli ölüm hastalığına tutulmuş birisini görmedim” demişti.[9] Bu yüzden Ebu Said (radıyallahu anh), ölüm hastalığında ziyaret ettiği Peygamberi ﷺ şöyle anlatıyordu: : “Elimi üzerine koydum. Ellerim Yorganın üzerinden teninin sıcaklığını hissetti. “Ya Resulellâh! Hastalığınız ne kadar da şiddetli” dediğimde “ Biz böyleyiz. Bela da sevap da bize kat kat verilir” buyurdu âlemlerin efendisi…[10]
Şimdi son meclisi paylaşıyordu sahabe Peygamber-i zî şanla. Son cümlelerini söylüyordu Nebi onlara… “ Arkadaşlığı ve malı hususunda insanların bana en çok iyiliği olanı Ebubekir’dir. Rabbim’den başka dost edinseydim Ebubekir’i edinirdim” diyordu veda ederken…[11] Mihrap son kez görmüştü Habibullah’ı kılınan bu akşam namazında. Allah’ın habibi sahabeye, “Mürselât” süresini okuduğu son akşam namazını kıldırmıştı.[12]
Aişe annemizi o denli severdi ki Resul-i Ekrem, hastalığının en şiddetli anlarında dahi ayıldıkça “Neredeyim ben bu gün, yarın nerede olacağım?” diye sorar ve Hz. Aişe’ nin evine gideceği günü beklediğini ima ederdi. Durumu fark eden Peygamber hanımları ona izin vermiş ve o da çok sevdiği Aişe annemizin kollarında teslim etmişti ruhunu Rahman’a… [13]
Şimdi son günler yaşanıyordu Hz.Aişe’nin evinde. Peygamber u “Halen Hayber’de yediğim (zehirli) yemeğin elemini hissediyorum” diyordu Hz. Aişe’ye… Bunun için İbn Mesud yeminler eder ve Hz. Peygamber ﷺ’in şehit olarak irtihal ettiğini söylerdi dar-ı ukbâ’ya…
O günlerden bir gündü ki Server-i kâinat efendimiz biricik kızı Fatıma’yı çağırmış, kulağına bir şeyler fısıldamıştı. Ağlamaya başlamıştı Fatıma babasının söyledikleri karşısında. “Ağlama kızım demişti Peygamber ona. “Ağlama! Artık bu günden sonra babana zorluk yok”. [14]Sonra onu tekrar çağırıp bir şeyler daha söylediğinde gülmüştü Fatıma. Olaya şahit olanlar sorunca sebebini şöyle söylemişti ehl-i beytin çiçeği: Birinci kez babam bana vefat edeceğini söyleyince ağladım. Daha sonra ona ilk kavuşacak olan kimsenin ben olduğunu söyleyince güldüm.”[15]
Dünya’da takip ettiği tek şey gözümün nuru dediği namazlardı artık Resulullah ﷺ’ın… Hz. Aişe anlatır: Peygamber ﷺ’in hastalığı artınca bize “İnsanlar namazı kıldı mı” diye sordu. Biz de “Hayır Ya Resulallah! Seni bekliyorlar” deyince abdest alması için bir kaba su koymamızı istediler. Sonra abdestini alıp mescide gitmek istediğinde bayıldılar. Ayılınca tekrar, “İnsanlar namazı kıldılar mı?” diye sordular. Bu durum tam dört kez tekerrür etti. Daha sonra namazı kıldırması için Hz. Ebubekir’e haber gönderdiler. “Ebubekir ince yüreklidir. Sizin makamınıza geçince namaz kıldırmaya güç yetiremez” denildiyse de onun kıldırması için ısrarcı oldular.[16] Elçi bu haberi kendisine iletince son derece duygusal olan Hz. Ebubekir Hz. Ömer’e namazı kıldırmasını söyledi. Hz.Ömer de ona “Sen buna daha layıksın” diyerek mukabelede bulununca o günlerde namazı Hz.Ebubekir kıldırdı.[17]
Enes b. Malik de şöyle anlatır o acı günleri: “ Resulullah ﷺ ’ın hastalığında namazları Ebubekir kıldırıyordu. İkinci gün insanlar saf saf namaz kılarlarken Resulullah ﷺ hücresinin perdesini açıp bize baktılar. Sanki yüzü Mushaf yaprağı gibiydi Allah Resulü ﷺ’ nun. Sonra tebessüm edip güldüler. Dünyada görülen son tebessümüydü bu Resul-i ekremin…
Peygamberi gördüğümden dolayı sevincimden deliresim gelmişti neredeyse. Durumu fark eden Ebubekir, Nebiyyullah’ın mescide çıkacağını sanmış ve kıldırdığı mihraptan adım adım geri gelmeye başlamıştı. Sahabede bir heyecan başlamıştı o an. Fakat Resulullah “namazınızı tamamlayın” diye işarette bulunarak perdeyi kapatmıştı.[18]
Mübarek dilleri kuruyuncaya kadar namaza riayet edilmesini tembihliyordu Allah Resulü .[19] Mübarek ellerini yanı başında bulunan kaba daldırıyor ve “La ilahe illallah! Gerçekten ölümün sekeratı vardır” buyuruyordu.[20] Safiyye validemiz “Ya Resulallah! Bütün hanımlarınızın sizden sonra sığınıp barınacağı bir ehli var. Ben kime gideceğim” diye sorunca “Ali b. Ebi Talib’e” buyurmuştu Fahr-i Alem.
Yine Hz. Aişe anlatır: O günlerde vefat hastalığındaki Peygamberi ziyaret için gelen kardeşim Abdurrahman’ın elinde misvak vardı. Baktım Hz. Peygamber onun elindeki misvağa bakıyor. Misvağı istediği için baktığını anlayınca “onu size alayım mı ey Allah’ın Resulü!” dedim. Mübarek başlarını oynatarak “evet” buyurdular.[21]
Rabbi’ni seçen Kâinat sultanının yüce makama irtihal vakti gelmişti artık. Dudaklarından dökülen “Ey Allah’ım, Refik-i A’laya” şeklindeki cümle de bunun göstergesiydi. Çile ve eza ile dolu bir hayata veda ediyordu şimdi âlemlerin sultanı.
Ne ezânın ne de cefânın esamesini duymayacağı bir yurda intikal vaktiydi şimdi. Ulvî bir ruh paha biçilmez bedenden ayrılacaktı şu an. Kur’an’ın canlarımızı alacağını bildirdiği ölüm meleği Azrail ona da gelmek üzereydi. Ancak Sultanların yanına destursuz girilmezdi tabi.
Edebini takındı önce ve izin talep etti gökyüzünden inince.[22]
İzin verilince kendisine, vazifesini icra etti Azrail.
Böylece Rabbi’ne kavuşmuştu şimdi, ümmet adına Rûz-i mahşerdeki o büyük kefil.
Bir kütük bile yokluğuna dayanamazken, sahabe nasıl dayanabilirdi şimdi bu hicrana? Bilal bundan böyle nasıl ezan okur ve nasıl takat getirebilirdi “Muhammedun Resulullah’ı” telaffuza.
Ne olup bittiğini henüz kavrayamayan Ömer (radıyallahu anh) atıldı bütün ihtişamıyla sahabenin arasına: “Kim Muhammed ﷺ öldü derse boynunu vururum” dedi büyük bir şaşkınlıkla.
Halil gelince yatışmıştı ortalık. Resul-i Ekrem’in “Şayet içinizden bir halil(dost) edinecek olsaydım Ebubekir’i edinirdim”[23] dediği halil. Peygamber ﷺ’in yanına girdi ve ağzını onun iki gözü arasına, ellerini de onun bileklerine koyup “Vah benim Nebim, vah benim seçkin insanım, vah benim dostum” dedi.[24] Sonra çıkıp ilan etti büyük bir soğukkanlılıkla “. Kim Peygamber ﷺ’e tapıyor idiyse bilsin ki Hz. Peygamber vefat etti. Ama kim de Allah’a tapıyor idiyse bilsin ki Allah Hayydır, ölmez.[25]
Dünya’da Habibullah’tan ayrı kalmaktan daha büyük bir musibet mi vardı ki? Bunu bir hadislerinde dile getirmekteydi kendisi. “Benden sonra bu büyük musibetten ötürü insanlar bir birine taziyede bulunacaktır” buyurmuştu bir keresinde. Şimdi de bunun tezahürü yaşanmaktaydı besbelli. Sahabe’ den bir birini görenler birbirlerine taziyede bulunmaktaydılar. [26]
Ashap ihtilafa düşmüştü şimdi. Peygamber ﷺ’in mübarek bedeni nasıl yıkanacaktı? Herkes gibi onun da elbiseleri soyulacak mı yoksa elbiseleri içerisinde mi yıkanacaktı? Bu konu tartışılırken her kesi bir tatlı uyku tutmuş ve çeneleri göğüslerine düşmüştü. Bu arada kim olduğu bilinmeyen birisi “Onu elbiseleri üzerindeyken yıkayın” demişti.[27]
Hz. Ali, Fadl b. Abbas ve Üsame yıkamıştı mübarek cenazeyi. Üsame hem yıkıyor hem de Nebi ﷺ’ nin mübarek çehresine son son bakıp hasretle yanarken “Ölüyken de diriyken de tertemizsin, Anam babam sana feda olsun” diyordu anlatılamaz bir buruklukla”.[28]
Şimdi sıra Allah Resulü ﷺ’nü üç kefene sarıp toprağı şereflendirmeye gelmişti. Fakat bundan önce bir şey daha vardı: Peygamber-i zî Şân’ın her mümin için kılınmasını emir buyurduğu Cenaze namazı. Nebiyi zi Şan için mutat bir cenaze namazı kılınmamıştı. Mübarek cesedi bir döşek üzerine konmuş ve insanlar bölük bölük onun yanına girerek namaz kılmışlardı.[29]
Defnedileceği yer tartışılırken Sıddık-i Ekber yine rehber olmuştu ashaba o keskin basireti ve yüce fekahetiyle: “Resulullah ﷺ ’tan işittiğim bir şeyi unutmuş değilim: “Allah ﷻ her Nebi’nin ruhunu ancak defnedilmeyi sevdiği yerde alır. Onu yatağının yerinde defnedin”[30] demişti Hz.Ebubekir. Sözü yerine getirilmiş ve Peygamber-i zî Şan odasında defnedilmişti.
Beden-i şerif toprağa konulunca yaşanan atmosferi şöyle anlatmaktaydı sahabi Hz. Enes: “Biz onun defnindeyken henüz daha ellerimizdeki toprağı silkelemeden kalplerimizi (n hallerini) beğenmedik.”[31]
Kıyametin ilk alameti zahir olmuştu artık.
Beklesin şimdi Dünya bundan böyle kargaşaları.
Beklesin bundan böyle geride bıraktığı yıldızlar misali güzide sahabenin kıymetini bilmeyenlerin oluşturacağı fitne yumaklarını.
Nübüvvet nurundan on dört asırlık bir mesafeyle istifadeye çalışan biz acizler, bizler için buyurduğun “kardeşlerim” ifadesiyle teselli olduk her dem Sultanım!
Her an o ifadenin müjdesiyle aydınlandı pürmelal gönüllerimiz.
Cemalullah’ı seyredip mahşer günü seninle olabilmektir en büyük temennimiz.
[1] Zümer, 30
[2] Tirmizi, “Kitâbu’s-Savm”, No: 886
[3] Maide, 3
[4] Buhari, “Kitâbu’l-Menâkıb”, No: 3426
[5] Ahmed b. Hanbel, Müsned, No: 22052
[6] Ebu Davud, “Kitâbu’s-Sünne”, No: 4607
[7] Hakim, el-Müstedrek, No: 7446
[8] Dârimî, Sünen, I/217, No: 81
[9] Buhari, “Kitâbu’l-Merdâ”, No: 5322
[10] İbn Mace, “Kitâbu’l-Fiten”, No: 4024
[11] Buhari “Ebvâbu’l-Mesâcid”, No: 455
[12] Tirmizi, “Ebvâbu’s-Salât”, No: 308
[13] Buhari, “Kitâbu’l-Meğâzî,” No: 4185
[14] Buhari, “Kitâbu’l-Meğâzî,” No: 4193
[15] Buhari, “”Kitâbu’l-Menâkıb”, No: 3426
[16] Buhari, “Kitâbu’l-Cemâ‘a ve’l-İmâme”, No: 633
[17] Buhari, “Kitâbu’l-Cemâ‘a ve’l-İmâme”, No: 655
[18] Buhari, “Kitâbu’l-Cemâ‘a ve’l-İmâme”, No: 648
[19] İbn Mace, “Kitâbu’l-Cenâiz”, No: 1625
[20] Buhari, “Kitâbu’l-Meğâzî”, No: 4184
[21] Buhari, “Kitâbu’l-Meğâzî”, No: 4184
[22] Beyhaki, Delâilu’n-Nübuvve, VII/210
[23] Buhari, “Ebvâbu’-Mesâcid”, No: 455
[24] Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI/31
[25] Buhari, “Kitâbu’l-Cenâiz”, No: 1185
[26] İbn Sa’d, et-Tabakatu’l-Kübrâ, II/210
[27] İbn Sa’d, et-Tabakatu’l-Kübrâ, II/212
[28] İbn Sa’d, et-Tabakatu’l-Kübrâ, II/212
[29] İbn Sa’d, et-Tabakatu’l-Kübrâ, II/220
[30] Tirmizi, “Abvâbu’s-Salât”, No: 1018
[31] Tirmizi, “Menâkıb”, No: 3618
Cevapla
Yorumları Görüntüle