Kur’an-ı Kerim’in “hakiki manada iman edip takva olanlar”[1] şeklinde nitelediği kullar olan evliyaullah, husûsî bir velilik mertebesini haiz olduklarından dolayı Allah katında diğer kullardan ayrıcalıklıdırlar. Bu ayrıcalık bizatihi Kur’an tarafından “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu”[2] veya “İnanıp iyi amellerde bulunanla kötülük yapan bir olmaz.”[3] Gibi ayet-i kerimelerde de tasrih edilmiştir. Kur’an-ı Kerim bir başka ayette bu durumdan şöyle bahseder: “Yoksa kötülük işleyenler ölümlerinde ve sağlıklarında kendilerini, inanıp iyi ameller işleyen kimseler ile bir mi tutacağımızı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar!”[4]
Kur’an’ın bu tasnifinden sonra müminler arasında ayrım olmaması gerektiğini ve günahkâr olsun itaatkâr olsun her bir müminin Allah katında aynı değerde olduğunu söylemek mümkün değildir. Ayet-i kerimelerde itaatkâr ve takva olduklarına vurgu yapılarak methedilen kullara “Allah ﷻ’ın veli kulları” denilmektedir. Bu manada Kur’an’ın her bir müminin Allah ﷻ’ın dostu olduğuna vurgu yaparak umûmî bir velilikten bahsettiğini ve bununla birlikte takva olan kullardan da husûsî bir velilikle bahsettiğini önceki yazımızda beyan etmiştik.
Husûsî bir velâyet ile Allah ﷻ’a dost oldukları beyan edilen velilere düşmanlık etmek, onlar hakkında kötü konuşmak da son derece zemmedilmiştir. Esasen genel anlamda her Müslümanın diğer bir Müslümana eli ve diliyle zarar vermemesinin hakiki imanın alameti olduğu,[5] Müslümanın Müslümanla kardeş olup ona zulmetmemesi, onu tahkir etmemesi gerektiği ayet[6] ve hadislerde[7] beyan edilmektedir. Bu da göstermektedir ki, bir Müslümanın kâmil bir Müslümana zulmetmesi, gıybetini yapması, ona zulmetmesi daha büyük bir günahtır.
Bu bağlamda bir hadis-i kudsîde Cenab-ı Hak, “Kim benim veli bir kuluma düşmanlık ederse muhakkak bana açık şekilde harp ilan etmiş olur”[8] buyurmakta ve evliyaullahın aleyhinde olmayı kendine açılmış bir savaş olarak kabul etmektedir. Nitekim bazı müfessirler bu hadis-i kudsîden hareketle evliyaullahı incitmenin “Allah ve Resûlünü incitenlere Allah ﷻ, dünyada ve ahirette lânet etmiş ve onlar için horlayıcı bir azap hazırlamıştır” [9]şeklindeki ayet-i kerimenin zımnına dahil olduğunu söylemişlerdir.[10]
İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri velilere gösterilmesi gereken tazim sadedinde şöyle demektedir: ‘Allah ﷻ’a, peygamberlerine ve evliyaullah (ın sadakatine) inanmak asılların aslıdır. İnkâr edip kibirlenmenin mahrumiyet ve hüsrana sebep olması gibi. Zira salihlere yapılan itirazın en düşük cezası, bereketlerinden mahrum olmaktır. Ebû Turâb en-Nahşebî (kuddise sirruhu) şöyle demiştir: Kalp, Allah ﷻ’tan yüz çevirmeye alışkın hale geldiğinde hemen peşi sıra evliyaullahın aleyhinde olmak peyda olur. Şeyh Arif Şucâ‘ el-Kirmânî de şöyle demiştir: ‘Hiçbir âbid, evliyaullahı sevmek kadar güzel bir fiil işleyemez. Çünkü velileri sevmek, Allah ﷻ’ı sevmenin alametidir. Allah, zalim ve inatçıları değil, dilediği kimseleri muhabbet ve rıza makamına ulaştırır. Çünkü zalimler ve inatçılar (haklarında) kötü hüküm verilmiş kimselerdir.’[11]
Allah ﷻ’ın veli kullarına düşmanlık etmenin işin aslında Allah ﷻ’ın o kişinin helakını irade etmiş olduğunun bir göstergesi anlamına geldiğini de İmam-ı Rabbânî Hazretleri (Kuddise sirruhu) şöyle dile getirmektedir: ‘Şeyhu’l-İslam el-Herevî şöyle demiştir: Allah’ım, veli kullarını nasıl bir şekil üzere kıldın ki, onları tanıyan seni buluyor, seni bulamayan ise onları tanımamış oluyor. Bu taifeye buğzetmek öldürücü bir zehirdir. Onların aleyhinde atıp tutmak ebedî mahrumiyeti gerektirir. Allah sübhânehu bizi ve sizi bu beladan korusun. Yine Şeyhu’l-İslam el-Herevî demiştir ki: “Allah’ım, kimin (dalalet ve belaya) düşmesini istiyorsan onu bizi gıybet edip kötüleme cürmüne düşür.”[12]
Bir başka mektubunda ise şöyle demektedir İmam-ı Rabbânî (Kuddise sirruhu): “Her halükârda bu (veliler) taifesine muhabbet ipini gevşetip elden bırakmamak gerekir. Kişinin bu zümreye iltica ve tazarru etmeyi şiar edinmesi, bu taifeyi sevmesi sebebiyle Allah ﷻ’ın onu kendi muhabbetiyle müşerref kılmasını ve onu bütün pislikler ve kirlerden temizleyerek tamamıyla kendisine cezb eylemesini beklemesi gerekir.”[13]
Bu nakillerden de anladığımız üzere, İslam’da evliyaullahı sevmek Allah ﷻ’ı sevmenin bir alameti olduğu için son derece önemli kabul edilmiştir. Nitekim, bunun en bariz örneği, Kur’an’da Allah ﷻ’ı sevme iddiasında olan kişilerin Resulüllah r’a ittiba etmeleri gerektiğinin tasrih edilmiş olmasıdır. Zira Resulüllah ﷺ’a ittiba nasıl ki Allah ﷻ’ı sevmekten dolayı oluyorsa, veli bir zatı da sırf Allah ﷻ’ın salih bir kulu olduğu için sevmek de böyledir. Bu sebeple olmalıdır ki, aksi ihtimal hadis-i kudsîde Allah ﷻ’a harp ilan etmek olarak tavsif edilmiştir.
Meselemizi, evliyaullahı sevmemenin tecrübî olarak ne denli kötü bir akıbete müncer olacağı ile ilgili Süveyd es-Sincârî hazretlerinin şu sözünü naklederek bitirelim: “Kim Allah dostlarının aleyhine düşerse, Allah onu son nefesinde kelime-i şehâdeti söyleyememekle cezalandırır.”[14]
[1] Yunus, 62,63
[2] Zümer, 9
[3] Ğâfir, 58
[4] Câsiye,21
[5] Ahmed b. Hanbel, Müsned, XI/66, No: 6515; Buhârî, “Kitâbu’l-Îmân”, No: 10; Müslim, “Kitâbu’l-Îmân”, No: 40; Nesâî, “Kitâbu’l-Îmân”, No: 4996; Ebû Dâvud, “Kitâbu’l-Cihâd”, No: 2481; Tirmizi, “Sıfatu’l-Kıyâme”, No: 2504; Taberânî, el-Mu‘cemu’l-Evsat, No: 232; el-Mu‘cemu’l-Kebîr, No: 1137; Hakim, el-Müstedrek, No: 22; Bezzâr, Müsned, No: 3016
[6] Hücurât, 11
[7] Ahmed b. Hanbel, Müsned, IX/463, No: 5646; Buhârî, “Kitâbu’l-Mezâlim”, No: 2310; Müslim, “Kitâbu’l-birr ve’s-sıla ve’l-Âdâb”, No: 2564; Taberânî, el-Mu‘cemu’l-Evsat, No: 6478; el-Mu‘cemu’l-Kebir, No: 13137; Hakim, el-Müstedrek, No: 2152; Bezzâr, Müsned, No: 8719
[8] Buhari, “Kitâbu’r-Rikâk”, No: 6137; İbn Hibbân, Sahih, No: 347; Beyhaki, es-Sünenu’l-Kübrâ, No: 6622; Beyhaki, el-Esmâ ve’s-Sıfât, II/447, No: 1029; Heysemî, Mecma‘u’z-Zevâid, X/477, No: 17953
[9] Ahzâb, 57
[10] Ahmed Fâl el-Alevî et-Tîcânî es-Senkîtî, Risâletu’l-Beyâni ve’t-Tibyân fî enne’s-Sûfiyyete mezhebuhâ es-Sünnetu ve’l-Kur’ân, el-Mektebetu’l-Asriyye, Beyrut, 2006, s. 22
[11] İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyân, Daru’l-Fikr, Beyrut-Lübnan, VIII/470, Ayrıca bkz. İbn Âbidîn, Muhammed Emîn b. ömer ed-Dımeşkî, Sellu’l-Hüsâmi’l-Hindî li Nusreti’ş-Şeyh Halid en-Nakşbendî, Mektebetu’d-Dirâye, İstanbul, 2018, Baskı: I, s. 138-140
[12] İmâm-ı Rabbânî Ahmed el-Fârûkî es-Sirhindî, el-Mektûbât, Siraç yayınevi, İstanbul, I/111
[13] İmâm-ı Rabbânî, el-Mektûbât, I/86
[14] Abdülvehhâb b. Ahmed eş-Şa‘rânî, Levâkıhu’l-Envâr fî Tabkâti’l-Ahyâr, Mektebetu Muhammed el-Melîcî, Mısır, 1315, I/130
Cevapla
Yorumları Görüntüle