Sandalyede Namaz Kılmak Caiz Midir?

Soru: Malumunuz olduğu üzere, yaşadığımız zamanda gündemimizi büyük ölçüde meşgul eden bir mesele de sandalyede namaz kılma konusudur. Kimileri zaruretten dolayı bunda bir beis olmayacağını söylüyor. Diyanet gibi bazı müesseseler ve aynı görüşü paylaşan bir kısım hocalar sandalyede namaz kılmanın bidat olacağını söylüyorlar. Öyleyse meselenin rivayet ve fıkhî ciheti nedir?. Ayrıca sandalyede kılan bazı kimseler kıyamı yapıyorlar ancak secdeye geldiği zaman oturuyorlar. Doğrusu bu mudur? Açıklamanızı bekliyor, teşekkürlerimi iletiyorum.

Cevap: Soru sahibi kardeşimizin de ifade ettiği üzere sandalyede namaz kılmak meselesi, Müslümanların gündemini bir hayli meşgul etmiş ve bu hususta yayımlanmış varyasyon tarzı fetvalar da zihinleri bulandırmıştır. Bu gibi konular hususunda konuşup yazarken mesele, edille ışığında tahlîl edilmeli ve böylece de hitap edilen kitleye konu hakkında kâfi ve vâfî cevaplar verilmelidir. Aksi takdirde, hayrette bırakacak seviyedeki acelecilik tavrıyla ve “ben bilirim” karakteriyle varılacak olan nokta hiç de iç açıcı olmayacaktır ve olmamaktadır da…

Fıkıh kitaplarımızda “Salâtu’l- Merîz/ Hasta Namazı” başlığı altında işlenen bu konuyu, belli maddeler halinde îzâh etmeyi faydalı görüyorum:

  1. Konuya başlarken, âciz kanaatimin bana fayda tahsil edeceğini telkin ettiği bir hususun hatırlatılmasında fayda mülâhazâ ediyorum: Kendisini sandalyede namaz kıldıracak seviyede bir hastalığı bulunmayan, ayaklarında bulunan rahatsızlığa rağmen ayakta namaz kılmaya muktedir olan, ancak buna rağmen “gittiğim camide belki boş sandalye bulamayabilirim” korkusuyla camiden camiye şahsî sandalye taşıyan fıkıh bilgisinden mahrum câhil Müslümanlara evvela şu hakikati bildirmek lazım: Efendimiz Aleyhissalatü vesselam: “ Kişinin oturarak kıldığı namaz ayakta kıldığı namazın ( ecir ve sevap bakımından) yarısıdır”[1] buyurmuştur.[2] Dolayısıyla, mümkün mertebe namazlarımızı güç yetirebildiğimiz kadarıyla ayakta kılmaya gayret etmeli ve oturarak kılmayı terk etmeye çalışmalıyız. Zira her mü’min yapmış olduğu ibâdetin sevabının katlanmasını talep eder ve hiç kimse ibadetinin ecrinin noksanlaştırılmasını istemez.
  2. Hasta kişinin nasıl namaz kılacağı konusunda İmran b. Husayn rivayeti meşhurdur. Bu rivayette İmran B. Husayn (Radıyallahu Anh) “Bende bâsur hastalığı vardı. Efendimize nasıl namaz kılacağımı sordum. O da “Ayakta kıl! Eğer buna gücün yetmezse oturarak kıl. Şayet buna da gücün yetmezse yanın üzere (yatarak) kıl” buyurdu demektedir.[3] Ez- Zeylaî ve İbn Hacer bu hadisi Müslim’in dışında Kütüb-i sitte cemaatine nispet etmişlerdir. Nesâî’ de bu hadise ziyade lafız olarak “Şayet buna (yanı üzere yatmaya da) güç yetiremezsen o halde sırt üstü yat. Allah hiçbir nefse güç yetirebileceğinden fazlasını yüklemez” ifadesi vardır.[4]  Ayakta durmaya hiç imkânı olmayan kimsede hakiki özür, ayakta durması durumunda amansız ağrılara maruz kalan kimsede de hükmen özür var demektir.[5] Bu şekilde,  duvar veya baston gibi her hangi bir şeyden destek alma pahasına da olsa[6] ayakta durma ihtimali olmayan kişi dilediği şekilde[7] oturarak kılacaktır. Oturmasının keyfiyetiyle ilgili Hasen b. Ziyad, Ebu Hanife’ den “ayakta duramayan kimsenin kıyam mahallinde bağdaş kurarak oturması, rükû edeceği zaman da sol ayağını yayarak üzerine oturmasının gerekli olduğunu nakleder. Ebu Yusuf’un İmamdan yaptığı nakle göre; oturarak kılan kimse namazının tamamında bağdaş kurmuş bir şekilde oturmalıdır. Ancak, bu hususta en sahih nakil İmam Muhammed’in naklettiği ve bizim de yukarıda ilk görüş olarak zikrettiğimiz “istediği şekilde oturabileceği” görüşüdür.[8] Oturarak da kılmaya gücü yetmeyen kişi sırtı üzere yatıp, ayaklarını kıble istikametine çevirecek ve yüzünün gök tarafına değil de kıble istikametine çevrili olmasını sağlamak için başının altına bir yastık konulacaktır.[9]  Yahut da yanı üzere, yüzü kıbleye gelecek şekilde yatırılacaktır. Lakin Hanefî ulemasınca, birinci şekil; yani sırtı üzere yatırılması evlâ olandır.[10] Çünkü bu şekilde kılınan bir namazda yüzün kıbleye doğru olması daha fazladır. Bunun dışında, kalp, göz, kaş gibi âzâlarla îma yapılması caiz değildir.[11] Özürlü kimsenin namaz kılma şeklinin özeti bu ikinci maddede izah ettiğimiz şekildedir.
  • Gelelim soruda bahsedilen, secdesini îmâ ile yapan kimsenin kıyamını nasıl yapması gerektiği meselesine; Geride zikrettiğimiz İmran b. Husayn rivayetinden anlaşıldığı üzere Efendimiz oturarak kılmayı ayakta kılmaktan aciz kalınması durumunda meşrû’ addetmiştir. Çünkü kıyam da namazdan bir rükun dur ve özürsüz olarak terk edilemez. Öyleyse bu hükmün fehvasınca, secde yapmaya güç yetiremeyip kıyama güç yetiren kişi ayakta durabildiği kadar durmalı ve secde yapmasının özürlenmesi kıyamdan da kendisini alıkoymamalıdır. Zikrettiğimiz bu görüş, İmam Züfer, İmam eş-Şafii, İbn Kudâme’nin Muğnî’ sindeki ifadeye göre[12] İmam Ahmed b. Hanbel ve “el-Müdevvene”’ ye bakılacak olursa[13] İmam Mâlik’in görüşüdür. “En- nehr” sahibi de kıyama güç yetiren kimsenin kıraat için kıyam yapmasının farz olduğunu söylemiştir.[14] İbn Âbidîn’ de Haşiyesinde mezkûr kitaptan buna benzer bir nakli yaptıktan sonra “Bunu zikreden hiç kimse görmedim” demektedir.[15]

Zikrettiğimiz görüş ile oturarak îmâda bulunulması gerektiğini savunan görüş arasındaki ihtilaf efdaliyetle ilgilidir. Ancak, Hanefi ulema arasında sayabileceğimiz başta Şemsu’l-Eimme el-Halvânî, es-Serahsî,[16] el-Kudûrî,[17] “Mecma”’ sahibi İbn Saatî,[18]  Hidaye sahibi el-Merğinânî,[19] Muhtasarı olan Vikaye’ nin sahibi Dede Sadru’ş-Şeria,[20] Vikaye şerhi Umde’ de el-Leknevî,[21] Vikaye’nin Muhtasarı “Nukaye” de torun Sadru’ş-Şeria[22] el-Muhtar ve İhtiyar sahibi el-Mavsîlî,[23] “Tuhfe” sâhibi  es- Semerkandî[24], “Bedayi” sahibi el-Kâsânî, Tenvîru’l-Ebsâr sahibi Timurtâşî, şerhi olan Dürru’l-Muhtar’da el-Haskefî ve Haşiyesinde İbn Âbidîn[25], “Multekâ” sâhibi İbrahim el-Halebî [26] gibi bir kısım fakihler secdenin asıl olduğunu ve secdenin sâkıt olması durumunda kıyamın da düşeceğini savunarak oturarak îmada bulunmanın daha faziletli olacağını savunmuşlardır. Çünkü kıyamın rükün sayılması ta’zimin nihayeti olan secdeye vesile olmasından kaynaklanmaktadır. Asıl olan düşünce vesile de düşmüştür.[27] Şu halde Hanefî mezhebinin ekseriyeti yansıtan görüşü; secdesini îmâ ile yapan kimsenin kıyam yapmaması ve oturmasının faziletli olmasıdır.

  1. Makalenin başından bu ana dek yaptığımız nakillerden de anlaşılacağı üzere; sandalyede namaz kılma meselesi nevazil kabilinden sayılabilecek bir meseledir. Yani, -görebildiğimiz kadarıyla- rivayetlerde her hangi bir şeyin üzerine oturarak namaz kılmak diye bir şey mevcut değildir. Fakat bir şeyin mahza rivayetlerde bulunmaması bidat olmasını ispat etmede yeterli olamaz. Bununla beraber, bu gün camilerde gördüğümüz ayrı bir mevkideki sabit sandalyeli safların arz ettiği manzaranın bidat olduğunu söylemek hiç de yanlış olmayacaktır. Aynı şekilde, fukaha’nın öne sürdüğü hakikî veya hükmî özür derecesinde bir özrü bulunmamasına rağmen, kolaycılığa kaçarak sandalye kullanmayı yaygın hale getirmiş cühelânın bu fiilleri de çirkin ve bir o kadar da sakıncalıdır. Lakin meşru addedilebilecek bir takım sebeplerin kendisini yere oturarak kılmaktan ciddî manada alıkoyan kimsenin sandalye kullanması belki İmam Muhammed’in Ebu Hanife’den yaptığı “يجلس كيف شاء”/ “dilediği gibi oturur” sözünün kapsamında değerlendirilebilir. Aksi takdirde sandalyede kılmak diye bir şeyin aslı, esâsı yoktur. Vallahu A’lem…

[1] Buharî, Sahih, “Kitabu’s- Salat”, Ebvabu Taksîri’s- Salat 24, No: 1064, Müslim, Sahih, Salat 6, No: 735, Ebu Davud, Sünen, “Salat”, Babu Salâti’l- Ka’id 181 No: 951, İbn Huzeyme, Sahih, Salat, No: 1236, el- Beyhakî, es- Sünenu’l- Kübrâ, Nikâh, No: 13771, Ahmed b. Hanbel Müsned, XI/ 475, No: 6883, Ebu Avâne, Müsned, I/ 534, No: 2000, el- Bezzar, Müsned, No: 2361, et- Taberânî, el- Mu’cemu’l- Kebîr, XVIII/ 236, No: 591 Ayrıca bu hadis nâfile namazlarla ilgilidir. Aksi takdirde, mâhiyetlerini ileride beyan edeceğimiz hakikî veya hükmî özür kendisinde bulunmayan kişinin oturarak eda ettiği farz yerine getirilmiş bir farîza sayılmaz. Bkz. Es’ad es- Sâğircî, el-Fıkhu’l-Hanefiyyu ve Edilletuhu, I/ 267, Daru’l-Kelimi’t-Tayyib, Dımeşk – Beyrut, 2008, B.V

[2] Hasâis-i Nebeviye’den bir tanesi de budur. Zira hadisin râvîlerinden  İbn  Ömer, “Peygamber Aleyhissalatü vesselam’ı otururken kılarken gördüm. Elimi başına koyunca bana “ Söyle Ey İbn Ömer! dedi”. Ben de “ Ey Allah’ın Resülu! Bana senin “kişinin oturarak kıldığı namaz ayakta kıldığının yarısıdır” buyurduğun nakledildi” deyince o da “ Lakin ben sizden biriniz gibi değilim” buyurdu” demektedir. Müslim, Sahih, Salat, No: 120 Ayrıca bkz. Ali el- Kârî, Mirkâtu’l- Mefâtîh, III/ 295, Daru’l- Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut- Lübnan, 2012, B.III

[3] Buhari, Sahih, Cumua, No: 1117, Ebu Davud, Sünen 181, No: 953, Tirmizi, “Salat”, No: 372, İbn Mace, Sünen, İkâmetu’s- “Salât”,  No: 1223, İbn Huzeyme, Sahih, Salat, No: 979, Darekutnî, Sünen, “Salat”, Babu Salâti’l- Merîz, No: 1, el- Beyhakî, es- Sünenu’l-Kübrâ, “Salat”, Babu Salati’l- Merîz 399 , No: 3807, İbnu’l- Cârûd, el- Muntekâ, Salat, No: 231, Ahmed  b. Hanbel, Müsned, 33/ 52, No: 19819, el-Bezzar, Müsned, No: 3515,

[4] ez- Zeylâî, Nasbu’r- Raye, II/ 175 Müessesetu’r- Reyyân, (Avvâme Tahkikli nüsha), İbn Hacer, ed- Diraye, I/ 209, No: 269, Daru’l- Marife, Beyrut- Lübnan, Zafer Ahmed et- Tehanevî, İ’lâu’s- Sünen, V/ 2086-2087Daru’l-Fikr, Beyrut-Lübnan 2001, B.I

[5] Mehmed Zihnî, Ni’met-i  İslâm, I/ 437 Dersaadet  1313

[6] Abdullah el-Bessâm, Tavdîhu’l-Ahkâm, II/555 Mektebetu’l-Esedî, Mekke-i Mükerreme

[7] Ali el-Kâri, Fethu Babi’l-İnaye, I/ 371, Daru’l-Kütübi’l-ilmiyye, Beyrut-Lübnan 2009,B.I

[8] Alâuddin es- Semerkandî, Tuhfetu’l-Fukaha, I/ 305 Mektebetu Dari’t- Türâs, Kahire, 1998, B.III, Kadıhan el- Ferğânî, Fetâvâ-i Kadıhân, I/ 153, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut-Lübnan, 2009, B.I

[9] Ahmed et- Tantâvî, Hâşiyetu’t-Tahtâvî alâ Merâki’l- Felâh, II/ 23, Daru’l-Kubâ, Dımeşk

[10] Ubeydullah b. Mes’ud  Sadru’ş-Şerîa, Şerhu’l-Vikâye, I/ 169 Müessesetu’l-Verrak, Ürdün 2006, B.I

[11] İbn Saâtî, Mecmau’l-Bahreyn, s. 152, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut-Lübnan, 2005, B.I

[12] İbn Kudame, el-Muğnî, II/ 477 Daru’l-Hadîs, Kahire, 2004

[13] Mâlik b. Enes,  el-Müdevvenetu’l-Kübrâ, I/ 171, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut-Lübnan, 1994, B.I

[14] Bkz. et-Tehânevî, İ’lau’s-Sünen, V/ 2093-2094

[15] İbn Âbidîn, Reddu’l-Muhtâr ale’d-Dürri’l-Muhtâr, II/ 685, Daru’l-Ma’rife, Beyrut-Lübnan 2011, B.III

[16] Burhaneddin İbn Mâze, el-Muhîtu’l-Burhânî, III/ 27 İdaretu’l-Kur’an ve’l-Ulûmi’l-İslâmiyye, 2004

[17] Ebu’l-Hüseyn el-Kudûrî, Muhtasar, s. 36, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut-Lübnan 2007, B.I

[18] İbn Saâtî, Mecmau’l-Bahreyn, s. 152

[19] Burhaneddin el-Merğinânî, el-Hidâye, I/ 77, Daru İhyai’t-Türasi’l-Arabî, 2004, B.I

[20] Vikaye metni, (Şerhi ile) I/ 169

[21] Abdulhayy el-Leknevî, Umdetu’r-Riaye, II/ 284, Daru’l-Kütübi’l-lmiyye, Beyrut-Lübnan, 2009, B.I

[22] Ubeydullah b. Mes’ud  Sadru’ş-Şerîa, Şerhu’l-Vikâye, I/ 169

[23] Abdullah el- Mavsîlî, el-İhtiyâr li Ta’lîli’l-Muhtâr, I/ 260, er-Risaletu’l-Âlemiyye, Beyrut- Lübnan 2009, B.I

[24] Alauddin es- Semerkandî, Tuhfetu’l-Fukaha, I/ 306

[25] İbn Abidin, Reddu’l-Muhtâr ale’d-Dürri’l-Muhtâr, II/684-685

[26] İbrahim el-Halebî, Multeka’l-Ebhur, s. 93, Yasin Yayınevi, B.I

[27] Şeyhzade, Mecmau’l-Enhur, I/ 229, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut- Lübnan, 1998, B.I