Âhir zaman Müslümanları olarak kafa karışıklığı yaşadığımız çokça alan var. Bir asrı aşkın zaman önce Said Halim Paşa’nın Mukallitliklerimiz, Buhrân-ı İctimâîmiz, Buhrân-ı fikrîmiz gibi eser isimlendirmeleriyle ifade ettiği bu savrulmanın nihâî boyutlarına ulaşmış durumdayız neredeyse.
Fikrî altyapımızı oluşturacak birikimden yoksunluğumuz, olaylar karşısındaki çelişik tavırlarımızdan ele veriyor kendini hemen. Sözgelimi, bir yandan Filistin’deki mukaddes direnişe destek verirken beri yandan siyonist düzenin en güçlü aparatlarına ilgi duyabiliyoruz.
Kapitalizm mi? Aman, aman! Mahallemize bile yaklaşamaz. Lanet okuduğumuz sistemlerin liste başını oluşturur. Ne var ki, aynı sistemin başlıca akarlarından biri olan, mevcut dünya düzeninin en büyük kumar sektörlerinden birini oluşturan futbola merakımız da bitmez, desteğimiz de.
Öyle ki, o mecrada alınan bir galibiyeti Viyana kuşatmasından tutun, ecdâdın yaptığı bilumum tüm fetihlere bile mukayese ederiz. Müslüman türkler olarak zafere öylesine hasret kalmışız ki, dünyadaki zulüm düzeninin besleyici unsurlarının bir parçası olarak, aynı düzeni yıktığımızı sanacak kadar geçmişiz kendimizden. Sahaya çıkan ve kalplerindeki niyetleri ile göğüslerindeki imanları hareketlerinden okunan Müslüman futbolcu gençlerimizi Niğbolu’da kılıç sallayan I. Bayezid gibi görüyoruz. Mehter eşliğinde kapısında soluğu aldığımız statları da cenk meydanı…
Oysa dînî hassasiyetleriyle uyuşmayan nice yaşam modellerine maruz kalan veya bir zaman sonra böyle bir yaşama entegre olan gençlerimizdir onlar. Onlara yol gösterecek ve içinde bulundukları sektörün ne yazık ki ‘çıkmaz bir sokak’ olduğunu gösterecek cümlelere ihtiyaçları var belki her şeyden fazla.
Ama heyhât! Yüzlerce gencin o sektörde meşin bir yuvarlak peşinde ömür tüketmesi yetmiyormuş gibi, gelecek neslimizi de izlerinden gitmeye teşvik edecek bir müspet propaganda yürütüyor mevcut medya düzeni.
Sözün özü, bir kaç gündür devam edegelen gündeme baktığımızda, Müslümanlar olarak İslâmîleştiremediğimiz bir dünyada, dünyevîleştirdiğimiz bir İslâm yaşıyoruz kendimizce.
Öyle bir İslâm ki bu, esaslarını, sâbitelerini ve yaşam tarzını tamamen kendimiz belirlemişiz. Bizim istediğimizi, bizden istenenin yerine ikame ettiğimiz bir savrulma bu başka bir deyişle.
Peki ne yapabiliriz?
Her şeyden önce dinimizi ve kadim geleneğimizi zamanın algılarına kurban etmeyen bir tasavvuru elde etmeliyiz okuyarak. Manipülasyonun had safhada kol gezdiği bir çağda yaşadığımızı hiçbir zaman aklımızdan çıkartmayarak algılarımızı sürekli açık tutmalıyız. Şimdilik bu kadar..
Cevapla
Yorumları Görüntüle