Soru: Ehl-i Sünnet âlimlerden bazılarının hataları sebebiyle şiddetli tenkit edildiklerini görüyorum. Bir ilim talebesi olarak bu meselelere yaklaşımım nasıl olmalı? Bana bu konuda bir ölçü verir misiniz?
Cevap: İslâm ilim geleneği, sadece doğruyu bulma çabasıyla değil; aynı zamanda o doğruyu söyleme ve değerlendirme biçimiyle de derinleşmiş bir mirastır. Bu mirasta “insaf” kelimesi, sadece ahlâkî bir meziyet değil; bizzat ilmin kendisini koruyan bir ilkedir.
Bir şahsı ya da bir âlimi değerlendirirken ona hangi gözle baktığımız, sadece o kişiye dair hükmümüzü değil; aslında kendi ilmî seviyemizi ve ahlâkî kıvamımızı da ortaya koyar.
Tâbiîn’in büyüklerinden Saîd b. el-Müseyyib, bu noktada hepimize ölçü olacak şu sözleri söyler:
“Hiçbir şeref sahibi, âlim ya da faziletli kimse yoktur ki bir ayıbı bulunmasın. Ancak bazı kimseler vardır ki onların ayıpları zikredilmez. Çünkü onların faziletleri eksikliklerinden daha fazladır; bu durumda eksikleri, faziletleri karşısında affedilir.”[1]
Bu söz, insaflı olmanın özünü ifade eder. Her insanda bir kusur bulunur. Ancak bazı insanların faziletleri öylesine büyüktür ki, onlardaki küçük ayıplar bu büyük güzellikler içinde kaybolur. Onları konuşurken bu büyüklüğü dikkate almadan hüküm vermek, adaleti değil, şahsi duyguların öfkesini yansıtır.
Benzer bir dengeyi Abdullah b. Mübarek de şu ifadeleriyle dile getirir:
“Bir kimsenin güzel vasıfları, kötü vasıflarına galip gelmişse onun kötülükleri anılmaz. Ama kötü vasıfları, iyiliklerinden fazla ise bu sefer de iyilikleri zikredilmez.”[2]
Bu ifade, bir şahsiyetin değerlendirilmesinde ağır basan yönün esas alınması gerektiğini gösterir. Aksi takdirde, her insan kolaylıkla kötülenebilir veya yersiz şekilde yüceltilir. Bu tür değerlendirmeler, hakikate değil; hevâya dayanır.
Bazen bir ilim ehli, tüm samimiyetiyle doğruyu ararken hata eder. Böyle durumlarda hüküm verirken, onun niyeti ve ilme olan bağlılığı dikkate alınmalıdır.
Bu noktada, âlimlerin çoğunun ortak bir insaf çizgisine dayandığını gösteren şu ölçüleyici söz, çok dikkat çekicidir:
“Eğer her içtihadında hata yapanı –imanı sahih olup hakkı arama gayretinde olduğu hâlde– geçersiz kılsaydık ve bidatle itham etseydik, bugün bizden pek az imam bu kriterden kurtulabilirdi. Allah, cümlesine rahmet eylesin.”[3]
Bu söz, farklı sahih içtihatlara tahammülsüzlüğün, ilmî geleneği nasıl daraltabileceğini ve hatta bozabileceğini gösterir. Büyük imamların hemen hepsi zaman zaman farklı görüşler beyan etmiş, bazen isabet etmiş, bazen hata etmişlerdir. Ancak bu hatalar, onları ilmî şahsiyet olmaktan çıkarmamıştır. Elbette ki, akidevî noktada sapma sayılabilecek yanlışların bu kapsama girmeyeceği izahtan varestedir.
Ez cümle, Günümüzde özellikle sosyal medya ve dijital bilgi çağında, âlimler ya bütünüyle göklere çıkarılıyor ya da yerin dibine sokuluyor. Bu yaklaşım, insafın değil, duygu ve öfkenin hâkim olduğu bir değerlendirme biçimidir. Oysa İslâm, ne övgüde ölçüsüzlüğü ne de yergide haddi aşmayı kabul eder.
Bir insanı değerlendirirken onun niyetini, çabasını, içinde bulunduğu şartları ve en önemlisi de ortaya koyduğu bütünlük içinde ele almak gerekir.
Eleştirinin ahlâkı vardır. Ve insaf, o ahlâkın adıdır.
——————————————————————
[1] Ebu’l-Ferec İbnu’l-Cevzî, Sıfatu’s-Safve, Daru’l-Hadis, Kahire, 2000, I/347.
[2] Şemsuddin ez-Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, Müessesetu’r-Risâle, 1985, Baskı: III, 8/398.
[3] Şemsuddin ez-Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, 14/376.
Cevapla
Yorumları Görüntüle