Hac ve Umre kastıyla Medine’ye gelenlerin Allah Resulü ﷺ ’nün kabr-i şerifini ziyaret etmeleri müslüman olmalarının bir gereğidir. Peygamber ﷺ kabrinin ziyaret edilmesine teşvik de bulunmuş ve bunun mukabilinde bir takım müjdeler vaadetmiştir. Nitekim bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor Kâinatın Efendisi ﷺ:“Kim benim kabrimi ziyaret ederse ona şefaatim vacip olmuştur”[1],
Başka bir rivayette ise “Kim benim kabrimi ziyaret ederse sanki beni yaşarken ziyaret etmiş gibi olur” [2] buyurarak vefatından sonra kabrinin ziyaret edilmesini hali hayattayken mübarek şahsının ziyaret edilmesine benzetmektedir.
Peygamberimiz ﷺ’in kabrinin ziyaret edilmesinin ne denli büyük bir amel olduğu başka rivayetlerden de anlaşılmaktadır. Nitekim Peygamber ﷺ bir rivayette “Elbette İsa inecek ve Hacı yahut umreci olarak veya bu ikisine niyet ederek yola çıkacaktır. Muhakkak benim kabrime gelip bana selam verecek ve ben de selamını alacağım.”[3] buyurmaktadır. Bu rivayetten de anladığımız üzere Allah Resulü ﷺ ‘nün kabrini ziyaret etmek Peygamberlerin dahi katiyen ihmal etmediği bir iştir. Bu yüzden bir müslümanın kabr-i şerifi ziyarete ziyade ihtimam göstermesi gerekir.
Kabri ziyaret etmek isteyen kişi imkân bulursa Medine’ye girmeden önce gusül alır. Güzel kokular sürünür, en güzel elbiselerini giyer. Zira bu tazime en yakın olandır. Üzerindeki vakar ve sekinetle kabr-i şerife girer ve “Allah (celle celâlühu)’ın adıyla, Rasûlullahﷺ’ ın sünneti üzere. Gireceğim yere dürüstlükle girmemi sağla; çıkacağım yerden de dürüstlükle çıkmamı sağla. Bana tarafından, hakkıyla yardım edici bir kuvvet ver. Allah’ım! Muhammed ﷺ ve ailesine salat eyle! Günahlarımı mağfiret eyle ve bana rahmetin ve fazlından bir takım kapılar aç! diye dua eder.
Bundan sonra mescide girer. Minberin sütunu sağ omuzunun hizasına gelecek şekilde durur ve iki rekat namaz kılar. Zira Nebi ﷺ’nün durduğu yer orasıdır. Ve burası onun kabri ile minberinin arasıdır. Bu hususta o, şöyle buyurmaktadır:
“Kabrimle minberimin arası cennet bahçelerinden bir bahçedir. Minberim de havzımın üzerindedir.”[4]
Sonrasında, bahşettiği bu nimetten dolayı Rabbine hamdü senalar eder ve hoşuna giden bir takım dualar eder.
Sonra kalkıp kabr-i şerife yönelir ve Hz. Peygamber ﷺ’ in mübarek başının bulunduğu tarafta kıbleye yönelerek durur. Kabrin bir buçuk metre kadar yakınına gider ve bundan daha fazla yaklaşmaz. Elini türbenin duvarı üzerine koymaz; saygı göstermek gerekir. O ziyade heybetli ve fazlasıyla muazzamdır. Kabrin yanında edepli bir şekilde durmalıdır. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’i kabrinde uyuyor, kendisini biliyor ve kelamını duyuyor gibi hayal etmelidir. Zira rivayette varid olduğu üzere Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün kabrine bir melek görevlendirilmiştir ve ümmetinde ona salatü selam edenleri ona bildirmektedir.[5]
Sonra dua kitaplarımızda veya fıkıh eserlerimizde o mahalde yapılması uygun görülen duaları yapar.
Akabinde kendisiyle selam gönderenlerin selamlarını iletir. Ve “Ya Resulellah! Filanca sana selam ediyor. Senden kendisine şefaatçi olmanı talep ediyor. Ona ve bütün müslümanlara şefaatçi ol!” der. Sonra yüzünün yanında kıbleye arkası dönük bir şekilde dilediği kadar salatü selam getirir.
Bundan sonra bir zira kadar ilerleyerek, Hz. Ebûbekir (radıyallahu anh)’ in başı hizasına gelir. Ona da selam verdikten ve ona hitaben övgü dolu sözler sarf ederek Cenab-ı Hak’tan onun gibi olmayı (ahlâk ve sadakatiyle nasiplenmeyi) talep ettikten sonra biraz daha ilerleyerek Hz. Ömer (radıyallahu anh)’in kabrinin başına gelir. Ebubekir (radıyallahu anh)’in mezarı başında yaptıklarının benzerini burada da yaparak ziyaretlere son verir.
Sonra Ebu Lübabe (radıyallahu anh)’nin tevbesi kabul edilinceye dek bağlı bulunduğu (kabirle minber arasındaki) sütunun yanına gelir ve burada iki rekat namaz kılar, tevbe istiğfar edip Cenabı Allah (Celle celalühu)’a niyazda bulunur. Sonra ravzaya gelerek dilediği kadar namaz vb. gibi ibadetlerle meşgul olur.[6]
[1] Dârekutnî, Sünen, II/278, No: 194, Beyhakî, Şu’abu’l-Îmân, III/490, No: 4159, ed-Dûlâbî, el-Künâ, II/846,No: 1483, ed-Dîneverî, el-Mücâlese, I/73, No: 129, Ukaylî, ed-Du’afâu’l-kebîr, IV/170, No: 1744, Hatib, Telhîsu’l-müteşâbih, I/581, ed-Dübeysî, ez-Zeyl alâ Tarîh-i Bağdâd, II/170, İbn Adiy, el-Kâmil, VI/2350, Kadı İyâd, Şifâ, II/83, İsbehânî, et-Terğîb ve’t-terhîb, I/447, No: 1054, İbnu’l-cevzî, Müsîru’l-azmi’s-sâkin, II/295, No: 468, İbnu’n-neccâr, ed-Dürretu’s-semîne, s.218, İbn Asâkir, İthâfu’z-zâir, s.19-20, Suyûtî, Menâhilu’s-safâ’ da, (s. 208, No: 1115) “Bu hadisin farklı tarikleri vardır. Ve bu yüzden Zehebî hadisin hasen olduğunu söylemiştir.” Demiştir. [Hüseyin Muhammed Ali Şükrî, Şifau’s-sikam tahkiki, s. 87)
[2] Şemsuddin Muhammed b. Abdurrahman es-Sehâvî, el-Makâsıdu’l-hasene, Daru’l-kütübi’l-ilmiyye, Beyrut-Lübnan, 2006, B.II, s. 473
[3] Hâkim el-Müstedrek, No: 4162
[4] Taberânî, el-Mu’cemu’l-evsat, No: 733
[5] Bezzâr, Müsned, No: 1425
[6] Abdullah b. Mahmud el-Mavsılî, el-İhtiyar li ta’lîli’l-muhtâr, Daru’l-fikri’l-arabî, Yayınevi, trh: yok, II/175-77 (İhtisâren…)
Cevapla
Yorumları Görüntüle