Kalplerdeki iman heyecanının mahyalarda resmettiği mübarek bir aydır Ramazan. Şeytan soluklarıyla kararmış dünyamızı vahyin esintileriyle tenvir eden mukaddes aydır. Ramazan, Hz. Ebubekir’in sadakatini, Ömer’in adaletini, Osman’ın haya ve iffetini, Ali’nin şecaatini öğretip telkin eder bizlere. Muhacir olmanın fedakârlığını, ensar olmanın yardım severliğini, cihad saflarında canı ve malı Allah ﷻ’a adamanın lezzetini Ramazan’la öğreniriz hep. Sene boyu ekranlarda seyrettiğimiz dünyanın muhtelif yerlerindeki aç bî ilaç insanların halini Ramazanla anlarız bir nebze.
Bereketiyle gelen sahurları, neşeyle idrak ettiğimiz iftarları, coşkuyla katıldığımız teravihleri, huzurla dinlediğimiz mukabeleleri, umutla eriştiğimiz Kadir gecesi ve sevinçle kavuştuğumuz bayram günü ile manevi açıdan sarıp sarmalar bizi Ramazan. Bu aya dek işlediğimiz kusurları hatırlatarak bir yanıyla hüzne, açılan mağfiret kapılarını göstererek de diğer yanıyla umuda sevk eder bizi. Çektiğimiz açlık ve susuzluk akabinde bize hediye ettiği bayramıyla, meşakkatlerle boğuştuğumuz şu hayatın sonunda bize bahşedilecek olan ebedi kurtuluşu simgeler. Yardımlaşma faaliyetleriyle kalben birleştirdiği müminleri, bayram günlerinde bedenen de bir araya getirerek birlik, beraberlik ve kardeşliğimizi resmeder. Bunlar gibi bir çok boyutuyla Ramazan ve bayram bize, zorluklarla gelecek kolaylıkları, hüzünlerin gebe olduğu mutlulukları, karanlıkların müjdelediği nurlu sabahları haber verir.
Bir Sakınma ayı: Ramazan
Bir ittika/sakınma ayıdır Ramazan. Manevi hissiyatımıza adeta ölüm hamlesi gibi inmek isteyen şehevî isteklerin önünde bir kalkan vazifesi görür tuttuğumuz oruçlar. Bunun için Allah Resulü ﷺ gençlere hitaben “Ey gençler topluluğu! İçinizden kim evlenmeye güç yetirirse evlensin. Gücü yetmeyenler de oruca sarılsın! Zira oruç onun adına şehveti kırıcı bir şeydir” [1] buyurmuştur.[2] Başka bir hadis-i kudsîde orucun kalkan olarak nitelendirilmesinin bir anlamı da budur.[3]
Bir kalkandır oruç. Bize nefsin telkini olarak gelen her türlü günaha sevk etme dürtüsüne karşı bir benzerini bulamayacağımız bir kalkan. Nefis, kendisini besleyen yeme ve içme gibi lezzetleri fazlaca bulduğunda azgınlaşır ve Allah ﷻ’ı unutur. Tasavvufta nefsi terbiye metodu olarak kullanılan riyazât, nefsin insanı helâke götüren bu tür telkinlerine karşı bir siper olarak kullanılmıştır. Zira, büyüklerin o veciz ifadesiyle, uzuvlar tok olduğunda nefis aç, uzuvlar aç olduğunda ise nefis tok olur.[4] Nefsin tok olması da insanı günaha teşvik etme gücünün azalması demektir. Bu sebeple, Ramazan nefis ve şeytanın insanı ebedi hüsrana sürükleyecek her türlü teşviklerinden kurtulması için büyük bir fırsattır. Allah Resulü ﷺ, böylesi bir fırsatın gelişini ashabına şöyle müjdelemiştir: “Size bereket ayı Ramazan gelmiştir. Onda, Allah ﷻ’ın sizi kendisiyle tastamam kuşatacağı bir hayır vardır: Rahmet iner, hatalar silinir, dualar kabul olur ve Allah ﷻ hayırlarda yarışmanıza bakarak Meleklere karşı sizinle övünür. Öyleyse siz de Allah ﷻ’a kendiniz adına hayır gösterişi yapın. Çünkü, bedbaht kişi, bu ayda bile Allah ﷻ’ın rahmetinden mahrum olandır.”[5]
Günahlardan sakınmanın, tövbenin, yakarışın, boyun büküklüğünün, geçmişi telafi ile geleceği inşâ edebilmenin tam da zamanı olan Ramazan’ı bile değerlendirememek ne büyük bir mahrumluktur. Cenab-ı Hakk’ın bir ayette, “İman edenlerin kalplerinin Allah ﷻ’ın zikri için huşûya bürüneceği zaman hâlâ gelmedi mi”[6] buyurarak ifade ettiği beklentiyi, Ramazan’da dahi karşılayamamak kalben ölmüşlüğün bir alâmetidir. Bu noktada mümine düşen, manevi halini kontrol ederek gereğini yerine getirmektir. Hz. Peygamberin, günah işleyebilmek için neredeyse bir sebebin kalmadığı, mağfiret kapılarının sonuna kadar açıldığı bu ayda bile kendini affettiremeyen insana yapılan bedduaya “âmin” dediği de[7] unutulmamalıdır.
Oruç, kime ne ifade der?
Ramazana erişenlerin idrakleri de aynı değildir elbette. Zira kimileri yemek, içmek gibi zaruri ihtiyaçlarını terk ederek yani zahirî anlamdaki oruçlarıyla ihya ederler bu ayı. Oysa Ramazan ve orucun bundan öte bir anlamı vardır idraki herkese nasip olmayan. Ehl-i hakikat oruç denince mutlak ve küllî anlamdaki imsâkı/kendini tutmayı anlar. Onlara göre oruç, Cenab-ı hakkın dışındaki her şeyden yüz çevirmeye denir. Ramazandan maksat kalpteki aşk ve muhabbeti öldürme potansiyelindeki aşırı yeme-içme duygularının dizginlenmesidir onların nezdinde.[8]
Ariflerin nazarındaki Ramazan, insan bünyesindeki bütün azaların oruç tuttuğu bir aydır. Göz harama bakmaktan sakınır, dil gıybetten katiyyen geri durur, kulak gayr-ı meşru şeyleri dinlemez, el ancak helale uzanır ve ayak ancak hayra yürür bu mübarek ayda. Ariflerin orucu “Sir” latıfesini Hakk ﷻ’ın dışındaki her şeyden muhafaza etmektir özetle.
Oruç bozan şeylerden kendini alıkoyanların iftarı gece çöktüğünde, ağyârdan yüz çevirerek oruç tutanların iftarı ise hakkı müşahede ettiğinde olur. Bundan ötürü Resulüllah ﷺ’ın “Onu gördüğünüzden dolayı oruç tutunuz ve iftar ediniz”[9] şeklindeki hadiste geçen “onu” zamirini Ramazan ve Şevval hilallerine göndermiştir zahir uleması. Tahkik ehline göre ise buradaki zamir Hak Teâlâya dönmektedir. Zira onların orucu Allah zülcelalden bir an bile gafil kalmama hedefine matuftur. İftarları ise Mevlâyı müteâli müşahede etmekle neticelenir.[10]
Yardımın, fethin ve zaferin ayı: Ramazan
Manevi yönde insanı donanımlı kılan Ramazan ayı yardımın, fethin ve zaferin de timsalidir. Nitekim Allah U, Hz. Peygamber r ve ashabına Bedir muharebesindeki o büyük yardımları Ramazan ayında göndermiştir. Bu ayda teyit edilmiştir müslümanlar üçbin, beş bin melekle. Ve iki taifeden birisinin vadolunmasının tezahürü bu ayda meydana gelmiştir. Bedirdeki çadırından dışarıya çıktığında secdelere kapanıp “Allah’ım! Ehl-i İslam’dan bu topluluğu helak edersen yeryüzünde ibadet olunmazsın” diyerek münacaatta bulunan Peygamber-i zîşânın öğrettiği gibi oruçla takviye ettiğimiz manevi dünyamızı her dem Allah’a yakarışla meşgul etme ayıdır.
İslam’ın zaferi için hazırlık yapma ayıdır Ramazan. Hz. Peygamber ﷺ hicretin beşinci senesinin Ramazan ayında hendek savaşının hazırlıklarını başlatmıştı. Küfür ordularının her bir yandan kuşatma altına aldığı imanın merkezi Medine’ye göklerden gelen o büyük yardımın mukaddimesinin atıldığı aydır.
Allah Resulü ﷺ ve ashabının bir zamanlar hor ve hakir kabul edildiği, türlü işkencelere maruz bırakıldığı, sokaklarında Allah birdir demenin yasak telakki edildiği, çölün kızgın kumlarının üzerinde âlemler hesabına Allah diyen Bilallerin acımasızca dövüldüğü, zulmün Arş’a dayandığı sıralarda orada yaşayan müstez’afların ellerini Rablerine açarak “halkı zalim olan bu beldeden bizi çıkar ya rabbi”[11] diye tazarruda bulunduğu Mekke’ nin yeniden fethini bütünüyle kucaklayan aydır Ramazan.
Ramazan, mazlumların dualarındaki “ Ya rab! Tarafından bize bir sahip ve yardımcı gönder” cümlesinin fetihle tahakkuk edişini olanca yalıncaklığıyla dünyaya ilan eden aydır. Peygamber-i zî şân’ın “Sen bana beldelerin en sevimlisisin, eğer ehlin beni sen çıkartmasaydı seni terk etmezdim”[12] diyerek veda ettiği Mekke’ yi bağrına basarak hasret giderdiği mübarek aydır.
Hicretle sona eren sılanın, gurbetle kuvvetlenen azmin, azimle yükselen dava sancağının burca dikildiği aydır Ramazan. Mekke sokaklarını bir ucundan diğerine işgal eden küfür esintilerinin yerini iman sadalarına, Bilal-i Habeşî’ lerin Allahu ekberlerine bıraktığı aydır. Ramazan’ ın taşıdığı bunca manayı, sayısızca remzi bi hakkın idrak ederek tutmaya çalışmalıyız oruçlarımızı. Aksi takdirde oruç, metafiziği kavrayamamış bir aklın manasını ihata edemediği bir eylem olarak kalır sadece. Bu da Ramazan’ ı anlayamama, idrak edememe ve yetiştiğimiz halde hakkını verememe anlamını taşır.
Hüzün dorukta, umutlar taze
Manevî hazzını iliklerimize kadar hissedemediğimiz, teravih, mukabele ve Bayram namazlarından mahrum olduğumuz bir Ramazan’a erişmenin hüznünü yaşıyoruz. Bu hüzün bizleri hiçbir şekilde umutsuzluğa sevk etmemelidir. Zira biz, çokça isteyip arzuladığımız şeylerin kimi zaman hakkımızda şer, hiç istemeyip kaçtığımız şeylerin ise bazen hakkımızda hayır olabileceğini beyan eden bir kitaba iman etmişiz.[13]
İki asrı aşkın zamandır bitmeyen hüzünlerimiz, kahreden acziyetimiz bugünlerde daha da çok gösterdi kendini. Üzgünüz, çaresiz gibiyiz fakat asla umutsuz değiliz. Zira biz gecenin en karanlık anının sabahın aydınlığına en yakın zaman olduğunu çok iyi biliyoruz. Ve biz, dünyaya ait hemen her şeyin kemalinin aynı zamanda zevâline delalet ettiğine inanmışız. Ve yine biz, hüzünlerle umutlarını yeşerten, yenilgilerle fetih muştularını perçinleyen, mağlubiyetlerle galibiyetlere koşan bir medeniyetin çocuklarıyız.
Az kemiyetlerle çıktıkları gazalardan büyük zaferlerle dönen, “en olmaz” denen yerlerde “en olmadık” başarılara imza atan ve her şeyin bittiğinin zannedildiği anlarda meydan yerine çıkan tarihimize bakarak tazelemeliyiz umutlarımızı. Yalnızlığı katık yaparak eriştiğimiz Ramazan ve bayramların, gelişi kaçınılmaz olan müminlerin muzafferiyeti ve İslam aleminin o büyük uyanışına vesile olması temennisiyle…
[1] Buhari, Kitabu’s-savm, No: 1806, Müslim, “Kitâbu’n-nikâh”, No: 1400, Ebû Dâvûd, “Kitâbu’n-nikâh”, No: 2046, Nesâî, “Kitâbu’s-sıyâm”, No:2241
[2] İbn Acîbe, , el-Bahru’l-medîd, el-Mektebetu’t-tevfîkıyye, (Thk: Vahîd Kutub), Kahire-Mısır, I/177
[3] Malik, Muvatta, “Kitabu’s-sıyâm”, No: 682, Ahmed b. Hanbel, Müsned, XII/461, No:7492, Buhari, “Kitabu’s-savm”, No: 1792
[4] Hasen Muhammed el-Meşşât, İs‘âdu Ehli’l-Îmân bi Vezâifi şehri Ramazân, 1972, Baskı: IV, s. 41
[5] Taberânî, Müsnedu’ş-Şâmiyyîn, No: 2238; Heysemî, Mecma‘u’z-Zevâid, III/344, No: 4783
[6] Hadîd, 16
[7] Hakim, el-Müstedrek, No: 7256; Taberânî, el-Mu‘cemu’l-Evsat, No: 8131; el-Mu‘cemu’l-Kebîr, No: 2022; Bezzâr, Müsned, No: 1405; İbn Hibbân, Sahih, No: 409
[8] Nimetullah en-Nahcuvânî, el-Fevâtihu’l-ilâhiyye ve’l-mefatihu’l-ğaybiyye,Matbaa-i Usmâniyye, Baskı: I, I/ 65
[9] Ahmed b. Hanbel, Müsned, III/445, No: 1985; Buhârî, Kitâbu’s-Savm, No: 1810; Müslim, “Kitâbu’s-Sıyâm”, No: 1081; Hakim, el-Müstedrek, No: 1547; Taberânî, el-Mu‘cemu’l-Evsat, No: 1222; el-Mu‘cemu’l-Kebîr, No: 1175; Bezzâr, Müsned, No: 3646; İbn Hibbân, Sahih, No: 3442
[10] Abdülkerim el- Kuşeyri, Letâifu’l-işârât, Daru’l-kütübi’l-ilmiyye, Beyrut-Lübnan, 2000, B.I, I/ 87
[11] Nisâ, 75
[12] el-Ezrakî, Ebu’l-Velîd Muhammed b. Abdillah, Ahbâru Mekke, Mektebetu’s-Sekâfeti’d-Dîniyye, Baskı: I, II/148
[13] Bakara, 216
Cevapla
Yorumları Görüntüle