Emânetin Tazmin Edilmeme Meselesi

Soru: Herkesten sıkça duyduğum bir mesele var: Şayet bir mal emanetse  başına bir şey gelmesi durumunda emanetçi o malı ödemek mecburiyetinde değildir. Bu her hâlükârda böyle midir? Yoksa fıkhî açıdan bir tafsilatı var mıdır?

Cevap: Emanetin zayi edilmesi durumunda tazmin edilmemesi gerektiği “Emanet mazmun değildir” şeklindeki meşhur mecelle kaidesidir. Lakin bu ifadeyi genellemek doğru olmaz. Kısa ifadeyle bu kaide, emanetçinin herhangi bir dahli ve tesiri olmaksızın helak olan emanetin tazmin edilmeyeceği manasındadır.[1] Konuyu biraz daha tafsil etmemiz gerekirse emanetin tazmin edilmesini gerektiren durumları şu şekilde sıralamamız mümkündür:

  1. Korumayı terk etmek: Bir kimse emanet aldığı malı korumayı terk edecek olursa bu malı tazmin etmekle sorumlu olacaktır. Zira yapılan vedîa akdi sebebiyle bu kimse aldığı emanet malı korumayı kendisine gerekli kılmış olmaktadır. Bunun için malı korumaması bu akitle kendisine gerekli kıldığı şeye muhalefet etmesi anlamına geleceğinden dolayı aldığı emaneti tazminle sorumlu olur. Mesela, kendisine emanet edilen bir malı çalan bir hırsızı görür de bu hırsızı engellemeye gücü yetmesine rağmen buna mani olmazsa akit sebebiyle sorumluluğu altına girdiği şeyi terk ettiği için malı tazmin eder.
  2. Sahibi için korumamak: Emanet alınan mal kullanılmak için değil sadece sahibi adına korunması için alınır. Zaten emanetin tarifi de budur.[2] Bir kimse, emanet olarak aldığı elbise türünden olan bir malı giymesi, bineğe binmesi, köleyi kendi hizmetinde kullanması gibi emanet üzerinde kendi adına tasarruflarda bulunacak olursa ve bu sebeplerle mala her hangi bir zarar gelecek olursa malı tazmin etmekle mükellef olur. Ayrıca emanet malı kendi ailesinden olmayan kimseye tevdi edecek olursa[3], kendisine söylenen evden başka bir yerde onu koruyarak malın bu şekilde helakına sebep olursa yahut ölümü sırasında malın kendi yanında emanet olarak bulunduğunu açıklamayacak olursa yine tazminle mükellef olur. Aynı şekilde emanet aldığı buğday arpa vs. gibi karışmaya elverişli olan bir malı ayırt edilemeyecek şekilde başka bir malla karıştıracak olsa yine emaneti geri ödeyecektir.
  3. Talep ettiği zamanda mal sahibinin yüzüne karşı emaneti inkar etmek: Emaneti alan kişi, malın sahibinin emanetini geri istemesi durumunda onun kendisinde bir emaneti bulunmadığını yüzüne karşı söylerse bakılır: Şayet mal sahibi bu malın o kişinin yanında emanet olarak bulunduğuna delil gösterebilirse veya inkar eden kişi yemin edemezse yahut da emanetçi bu malın emanet olduğunu kendiliğinden ikrar edecek olursa malı geriye tazmin edecektir. Zira mal sahibi bu kimseden malını geri istemesiyle artık bu kimseyi malı koruma görevinden azlettiğini ibraz etmiştir. Emanetçi de malın emanet olarak kendi yanında bulunmasını inkâr edince kendisini hıfz/koruma görevinden almış ve bu sebeple mal kendi yanında sahibinin izni olmaksızın kalmıştır. Bu kimse gâsıp hükmünde olacağından dolayı yukarıdaki ihtimaller söz konusu olduğunda malı tazminle sorumlu olacaktır. Buradaki “malın sahibinin yüzüne karşı malın emanet oluşunu inkâr etmesi” şeklindeki kayıt mühimdir. Zira aynı kişi malın sahibinin arkasından başka birisine karşı böyle bir malın kendi yanında emanet olarak bulunmadığını söylemesi bu malı koruma maksatlı olabileceğinden dolayı tazmin sebebi sayılmamaktadır.
  4. Hakikaten veya manen telef etmek: Malı hakikaten telef etmesi, kendi fiiliyle malın telef edilmesi anlamındadır. Manen telef etmesi de mal sahibini emanetten faydalanmaktan aciz bırakması manasındadır. Mesela mal sahibi malını geri istediğinde emanetçi olan kimse malı geri verebilecek durumda olmasına rağmen bu malı ona teslim etmemesi onu manen telef etmesidir. Bu başkasının malını izni olmaksızın telef etme anlamına geldiğinden dolayı tazmini gerektiren bir durumdur.[4]

Bütün bunlardan anlaşıldığı üzere emanetin tazmin edilmeme meselesi mutlak olarak anlaşılmaması gereken mukayyed bir kaidedir.[5] Öyleyse konuyu bu şartlar müvazenesinde değerlendirmemiz gerekmektedir

Vallahu a’lem…


[1] Ali Haydar, Düreru’l-Hükkâm Şerhu Mecelleti’l-Ahkâm, II/ 235 Daru Alemi’l-Kütüb, Beyrut, 2003, Muhammed Kadri Paşa, Mürşidu’l-Hayrân, S. 115, No: 707 el-Matbaatu’l-Kübrâ’l-Emîriyye, 1308, Bulak

[2] ez-Zeylâî, Tebyînu’l-Hakaik, VI/ 17 Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut-Lübnan 2010, B.II

[3] Bu noktada İmam Muhammed’in şöyle bir görüşü nakledilir: Şayet emaneti alan kimse bu malı ailesinden olmayan vekile yahut veya kendi malı hususunda güvendiği kimselerden birine teslim edecek olursa tazminle mükellef olmaz. Zira böyle bir kişi kendisine emanet edilen malı kendi malını koruduğu gibi korumuştur. Bu görüşü Hidaye Şarihlerinden en-Nihaye sahibi, Timurtaşi’ye o da el-Halvani’ ye nispet etmiş ve fetva verilmesi gereken görüşün bu olduğunu söylemiştir. Ali el-Kari, Fethu Bâbi’l-İnaye, II/ 592, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut-Lübnan, 2009, B.I, Mecelle’nin konuyla ilgili maddesi de bu fetvaya göre düzenlenmiş gözükmektedir. Bkz. Mecelle, s. 116, No: 780 el-Matbaatu’l-Edebiyye, H. 1202, Beyrut

[4] Alauddin el-Kâsânî, Bedaiu’s-Sanâi’, VI/ 323-325 Daru’l-Fikr, Beyrut-Lübnan, B.I

[5] Emanetin hangi durumlarda tazmininin gerekli olup olmadığı konusunun tafsilatı için Bkz. Ebu Muhammed Ğânim b. Muhammed el-Bağdâdi, Mecmau’z-Zamânât, s. 191, 232 Daru’s-Selam, Kahire, 1999, B.I