Soru: Hocam Selâmun aleyküm. Bugün meâlci grubun mezheplere itiraz ederken kullandıkları meşhur bir ayet-i kerime var. Bu ayette peygambere hitaben hiçbir konuda dinlerini parça parça edenlerden olmadığı söyleniyor. Ve meâlciler de mezheplerin bu ayette bahsedilen dinlerini parça parça etmek tabirinin altına gireceğini iddia ediyorlar. Bunun böyle olmadığını nasıl ispat edebiliriz?
Cevap: Ve aleyküm selâm ve rahmetullâh! Din adına yapılan konuşmalar, verilen hükümler ve varılan neticeler içerisinde yeni ve bidat sayabileceklerimizin tamamının altında yatan sebep dinin kaynaklarını usulsüz okumaktır hiç kuşkusuz. Önüne gelen Kur’an ayetini istediği şekilde anlamlandırabilmek için hiçbir usul esas gözetmeyenlerin yaptığına tefsirden çok tahrif denir. Bahsinde olduğumuz mevzuda da durum maalesef ki böyledir. Zira muhtelif sebeplerden ötürü zarureten sabit olan fer’î konulardaki ihtilafları ilgili ayet-i kerimenin zımnına sokarak mezhepleri “dinleri parçalayan unsurlar” olarak görmek nasıl bir akıl tutulmasıdır? Mezhep imamlarını bu noktada eleştiren kimseler aynı noktalarda ileri sürdükleri indi görüşleriyle yeni bir mezhep tesis etme çelişkisine düştüklerini fark edemiyorlar mı gerçekten?
Her şeyden önce Allah ﷻ mezhepleri ve fer’i mevzulardaki görüş ayrılıklarını dini parçalayıcı olarak görecek olsaydı kesinkes müçtehitleri ihtilafa düşürecek olan müşterek lafızlara kitabında yer verir miydi? Öyle ya, Allah ﷻ boşanan kadınların beklemesi gereken müddeti açık ve seçik olarak hayız veya temizlik olarak tasrih etmek yerine “قروء” kelimesini inzal buyurmayı murad etti. Bu kelime ise hayız manasına geldiği kadar temizlik manasını da barındırıyor. Bu mevzudaki hükmü mezkur müşterek lafızla ifade buyuran Cenab-ı Hak başta sahabi müçtehitler olmak üzere tüm müçtehitlerin kaçınılmaz olarak ihtilafa düşeceklerini biliyordu elbette. Buna rağmen ayeti ihtimale açık olmayan bir netlikte değil de başka manayı muhtemil bir keyfiyette indirmiştir. Bu da bize müçtehitlerin fer’î mevzulardaki usûlî zeminde kalan ihtilaflarının muradullahın ta kendisi olduğunu göstermektedir.
Hal böyleyken muradullahın bizatihi kendisi olan şeyi dini parçalamak olarak nitelemek ne büyük bir tahriftir. Tahriftir, zira âyetin bağlamına da bakıldığında müminlerden değil Allah ﷻ katındaki tek din olan hanifliği bölüp parçalayarak Hristiyanlık ve Yahudilik dinine sapanlardan bahsettiği görülmektedir.[1] Nitekim Rum süresinde yer alan benzeri bir ayette “Hep O’na dönünüz ve O’ndan korkunuz ve namazı doğruca kılınız ve müşriklerden olmayınız. O kimselerden ki, dinlerini parçaladılar ve fırka fırka oldular. (Onlardan) Her tâife, kendi yanlarında olan ile sevinicidirler.”[2] buyrularak dinlerini paramparça eden bu kimselerin müşrikler olduğu açık bir şekilde ifade edilmektedir. Ve yine bahsinde olduğumuz ayetin başka mütevâtir kıraat veçhi olan İmam Hamza ve el-Kisâî’nin“فَارَقُوا دِينَهُمْ”kıraati de âyetin ehl-i küfürden bahsettiğini göstermektedir. Zira bu kıraate göre mana “dinlerini terk ettiler” şeklindedir.[3]
Bu âyet-i kerimenin ümmet-i Muhammed’e hamledilmesi durumunda ehl-i bidati kapsayacağı açıktır. Bu durumda mana “dinlerini Allah ve Resulü ﷺ’nün beyan ettiği istikamette değil de hevâlarından uydurdukları bir takım bidatlere göre yaşayan ve böylelikle dinlerini paramparça ederek fırkalara bölünenlerin Peygamber r ile hiçbir ilgisi yoktur” şeklinde olacaktır. Kur’an’ı tefsir etme yetkisini kendilerinde gördüğü kadar Peygamber ﷺ’i buna layık görmeyenlerin bu ayeti hevâlarına göre yorumlayarak hak mezheplere saldırmaları ayette bahsedilen duruma bir misal teşkil etmektedir aslında. Oysa durumu Hz. Peygamber ﷺ’e soracak olsalardı ayetin Müslümanlarla ilgili manasının ehl-i bidatle sınırlı olduğunu ve ümmetin İslam’ı doğru anlama mekanizması olan hak mezheplerle ilintisinin olmadığını idrak etmiş olacaklardı.
Zira Allah Resulü ﷺ dinlerini parça parça edip fırkalara bölünenlerle ilgili olarak Hz. Aişe (radıyallahu anha) validemize hitaben “Onlar, bu ümmetten bidat ve dalalet ehli olanlardır. Ey Aişe, bu güruhun dışında her günahkarın bir tövbesi vardır. Bunların tövbesi yoktur. Ben onlardan beriyim ve onlar da benden beridirler” buyurmuştur.[4] Şu halde ayet-i kerime mesukun lehi itibarıyla ele alındığında gayr-i Müslimlerden bahsetmektedir. Müminlere hamledilmesi durumunda da bahsi yapılan kişilerin bidat ehli kişiler olduğu Allah Resulü ﷺ tarafından beyan edilmiştir. Hal böyleyken ayeti hak mezhepleri konu edindiğini söylemek açık bir tahriftir.
Allah ﷻ’a sığınırız.
[1] İbn Cerir et-Taberî, Cami’u’l-Beyan, Müessesetu’r-Risâle, 2000, Baskı: I, XII/268, el-Bikâ’î, İbrahim b. Ömer, Nazmu’d-Dürer fî Tenâsubi’l-Âyâti ve’s-Süver, Daru’l-Kitâbi’l-İslami, Kahire, XV/90, Ebu’l-Leys es-Semerkandî, Bahru’l-Ulûm, III/12, el-Beydavî, Nâsiruddîn Ebu Saîd, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, Daru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, 1418, Baskı: I, IV/206 vd.
[2] Rum, 31,32
[3] Taberî, Câmi’u’l-Beyan, XII/268, İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm, Daru’l-Kütubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1419, Baskı: I, VI/285, Semerkandî, Bahru’l-Ulûm, I/498, Zemahşeri, Ebu’l-Kasım Mahmud b.Amr, el-Keşşâf an Hakâiki Ğavâmizi’t-Tenzîl, Daru’l-Kitâbi’l-Arabî, Beyrut, 1407, Baskı: III, II/83, Nesefi, Ebu’l-Berekât Abdullah b. Ahmed, Medâriku’t-Tenzîl ve Hakâiku’t-Te’vîl, Daru’l-Kelimi’t-Tayyib, Beyrut, 1998, Baskı: I, I/551
[4] İbn Ebî Âsım, es-Sünne, No: 4, Taberânî, el-Mu’cemu’s-Sağîr, No: 560, Heysemî, Mecma’u’z-Zevâid, I/448, Beyhaki, Şu’abu’l-Îmân, No: 6847, Ebu Nuaym, Hilyetu’l-Evliyâ, IV/137, Ali el-Müttaki, Kenzu’l-Ummâl, No: 4366
Cevapla
Yorumları Görüntüle