Arapça olarak “et-Tefsîru’l-fennî” veya “kevnî” yahut “ilmî” olarak tabir edilen bilimsel tefsir, tarif olarak “Kur’an ibarelerini anlamada bilimsel ıstılahları hâkim kılıp ayetlerden felsefî görüşler ve farklı modern bilimlere dair çıkarımlarda bulunmaya çalışan ilim dalı” olarak izah edilmektedir.[1]
Tarihi kökeni itibarıyla Abbâsîler dönemine dayandığı ifade edilen[2] ve İmam Gazzâlî ve Suyûtî gibiler tarafından bir menhec olarak tasvip edildiği kaydedilen[3] bu tefsir çeşidi, modernleşmenin bir hayli ivme kazandığı 19. Yüzyılda ciddi şekilde yaygın hale gelmiştir. Kur’an’ın bilimsel verilerle tefsir edilebileceğini savunanlar bu görüşlerine “Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık”[4], “Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır”[5], “Sana herşeyi açıklayıcı kitabı indirdik”[6] gibi ayetleri delil getirerek, bu ayetlerin zahiri manalarıyla Kur’an’ın her şeyi ihtiva ettiğini vurguladığını söylemektedirler. Buna göre, Kur’an bilimsel buluşları da içerdiği için bilimsel tefsir menheci de tefsir çeşitlerinden biri olarak sayılmalıdır.
Gayesi açısından baktığımızda bilimsel tefsir, Kur’an’ın insanlık tarihi boyunca tezahür edecek bilimsel gelişmelere ve bulgulara kaynaklık teşkil ettiğini ispat etmek istemektedir. Her ne kadar ilk bakışta bu gaye son derece masum bir görüntü arzetse de zamanımızda icrâ edildiği keyfiyet maalesef ki böyle değildir. Zira, Bilimsel tefsirin köken itibarıyla kadim bir geçmişe dayandığı söyleniyorsa da o dönemlerde bunun daha çok ferdî planda yürütüldüğü gerçeğini de unutmamalıyız. Batı bilimlerini Kur’an ayetleri çerçevesinde ele alarak yorumlamaya tabi tutan ilk zat Muhammed b. Ahmed el-İskenderânî olmuştur. Keşfu’l-Esrâri’n-Nûrâniyye adlı eserinde gök cisimleri, yer cisimleri, bitkiler ve hayvanlar üzerinde durmaktadır. İskenderânî’den sonra bu alanda eser veren kişi Abdurrahman el-Kevâkibî’dir. el-Kevâkibî Tabâ‘iu’l-İstabdâd ve Mesâdiru’l-İsti‘bâd isimli eserinde tabiat eğitimi konuları üzerinde durmuştur. Bu eseriyle el-İskenderânî’in çizgisini devam ettirdiğini söylememiz mümkündür. Gazi Ahmed Muhtar Paşa’nın Serâiru’l-Kur’ân fî Tekvîn ve İfnâ ve İ‘âdeti’l-Ekvan isimli eseri de astronomi ile ilgili yetmiş kadar ayet üzerinde durmaktadır.
Bütün bunların dışında, modern dönemde bilimsel tefsir olarak ön plana çıkan, baştan sona Kur’an ayetlerini bu çerçevede ele alan en kapsamlı eser Tantâvî Cevherî’ye ait olan el-Cevâhir fî Tefsîri’l-Kur’ân isimli eserdir. Ne var ki, Cevherî, bu eserinde bilimsel verilerle Kur’an arasında uyum sağlayabilmek için bazı ayetleri zorlama tevillerle izah etme vartasından kurtulamamıştır. Onu bu konuda tenkit edenlerden biri de yine bu alanda ön plana çıkmış olan, Mu‘cizetu’l-Kur’ân fî vasfi’l-Kâinât, et-Tefsîru’l-İlmî li’l-Âyâti’l-Kevniyye gibi eserlerin sahibi Hanefî Ahmed’dir.[7]
Hususen zamanımızda bilimsel tefsirin Müslümanların belli alanlarda yaşadığı mağlubiyete karşı bir aksülamel olarak icra edildiği de bir gerçektir. Bu bağlamda bu menhecin günümüzde yaygın hale gelmesinin sebeplerini şöyle sıralamamız mümkündür:
- Bilim sahasında araştırmalar yapan ve Kur’an ilimleri alanıyla ilgili de okumalar yapmış olan bazılarının isbat-ı vücut maksatlı ortaya çıkma hevesi.
- Hususen teknoloji gibi alanlardaki bilimsel faaliyetleriyle tebarüz eden batı karşısında eziklik duyan Müslümanların, onların buluşlarının zaten Kur’an tarafından haber verilmiş olduğu savunusu. Bugünkü şekliyle bu saikin bilimsel tefsir mantığında hayli işlev gördüğü rahatlıkla söylenebilir.
- Zamanımızda adeta ateizm propagandası olarak icra edilen bilime bir cevap verebilmek, kafası karışık gençleri İslam’a ısındırabilmek için Kur’an’ın bilimsel keşifleri ihtiva ettiği iddiası.
- Müslüman olmayan kimselere İslam’ın ve doğal olarak Kur’an’ın i‘câzını gösterebilmek için onlar katında en makbul referans olan bilimi kullanmak.
Bilimsel tefsirle iştigal edenlerin daha başka maksatları varsa da sözü daha fazla uzatmama adına bu kadarla iktifa ediyoruz. Bilimsel tefsir başlığı altında son olarak bugün bu tarz bir tefsir faaliyetine bakış açımızın nasıl olması gerektiği üzerinde duralım:
- Her şeyden önce, Kur’an’ın bir mucizesi olarak bazı âyetlerin bir takım bilimsel keşiflere işaret ediyor olabileceği gerçeği tartışmasızdır. Bir müfessir, Arap diline ve Kur’an ilimleriyle ilgili kaidelere aykırı olmayacak şekilde ilgili ayetleri bu şekilde tevil edebilir.
- Bilimsel tefsirin bugünkü uygulanış keyfiyeti ve amacının, Batı’nın sahada kesbettiği üstünlük karşısında bir kısım müslümanların duyduğu eziklik sonucunda Kur’an’ı kendince yüceltme çabası olduğunu belirtmiştik. Bilimsel tefsirin bu keyfiyeti ve amacı kesinlikle reddedilmelidir. Zira bu hem Kur’an’ın gönderiliş maksadına hem de âyetlerin muhtevasına aykırı bir tutumdur. Ayrıca bu anlayış, ateist kesime karşı dini savunma gibi görünse de kimi zaman –belki de çoğu zaman- âyetleri olmadık tevillere muhatap kılabildiğinden dolayı dine zarar vermektedir. Ez cümle, bir Müslümanın ne böyle bir eziklik duymaya ne de bunun bir neticesi olarak böylesi bir savunmaya ihtiyacı yoktur.
- Çoğu bilimsel yorumlamalar Kur’an’ın dili olan Arap dilinin müsaade etmeyeceği şekilde zorlama tevillerle yapıldığı için bunlar asla makbul bir tefsir çeşidi olamaz.
- Bilimsel tefsir çalışmalarının -hele ki bugün açısından- çığırından çıkmış olmasının en önemli sesebi şudur: Bugün, medya saikiyle, bilim ve teknoloji hakikatin yegâne ölçüsü olarak gösterilmektedir. Bu aslında Batının teknik alandaki üstünlüğünü her alana taşıma operasyonudur. Bu sebeple Batı bugün teknoloji noktasındaki ilerlemesini ateizm propagandasına çevirmiştir. Bu üstünlük iddiasından hareketle Batı, bilimi yegâne ölçü kabul etmekte ve İslam’ı adeta yargılamak istemektedir. Güncel şekliyle bilimsel tefsir, bu yargılama isteğini zımnen ve peşinen kabullenerek vahyi bilimin kriterlerine uyarlama çabası olarak karşımıza çıkmaktadır. Oysa vahiy, öteler ötesinden gelen ve hiçbir beşerin bilgisinin ihata edemeyeceği bir haberdir. Bilim ise, deneyler sonucu ortaya çıkan, kesinliği olmayan, bu sebeple sürekli kendini tekzip edip yenileyen bir mekanizmadır. Hiçbir mümin tamamen beşer üstü ve ilâhi olan vahyi, bütünüyle beşerin tecrübî bilgisinden ibaret olan zannî bilgilerle eşit tutmaz. Nerde kaldı vahyi o bilgiye kurban etsin.
[1] Bkz. Hüseyin ez-Zehebî, et-Tefsîr ve’-Müfessirûn, II/349
[2] İffet Muhammed Şarkâvî, el-Fikru’d-dînî fî Muvâceheti’l-asr, Daru’l-Avde, Beyrut, s. 442
[3] Hüseyin ez-Zehebî, et-Tefsîr ve’-Müfessirûn, II/349 vd.
[4] En‘âm, 38
[5] En‘âm, 59
[6] Nahl, 89
[7] Şehmus Demir, Kur’ân’ın Bilimsel Veriler Işığında Yorumlanması, s. 409
Cevapla
Yorumları Görüntüle