Kelime anlamı olarak ‘uzak olmak, münezzeh olmak’ manasına gelen[1] Berâet kelimesi üç aylar içinde mübarek bir geceye isim olarak verilmiştir. Bu gecenin son derece kıymetli olduğu, ibadetle geçirilmesi gerektiği bilinen bir gerçektir. Bununla birlikte kelime anlamından da hareketle bu gecenin bir Müslümana neyi anlatması gerektiği noktası üzerinde de durulmalıdır. Zira ibadetleri de çok daha değerli kılan şey, şuurla yerine getirilmesidir. Bir gecenin veya o gecede yapılacak ibadetin şuurla yerine getirilmesi de ne anlam ifade ettiği üzerinde zihin yormakla mümkün olur. O halde uzak olmak manasındaki ‘beraet’ gecesi biz Müslümanlara neler söylemektedir sorusuna kısa bir cevap vermemiz yerinde olacaktır.
Müslüman, şirkten ve küfürden beridir
Bir Müslümanın baş vazifesi şirkten ve küfürden beri olmasıdır. İslâm’a girebilmenin temel şartı olarak kabul edilen kelime-i tevhid de bunu ifade etmektedir zaten. Yani sadece Allah’ın ilah, peygamberin de Allah’ın elçisi olduğunu ikrar etmeniz yeterli olmuyor. Bununla birlikte diğer batıl ilâhları, dinleri, ideolojileri ve yaşam tarzlarını da reddetmeniz gerekiyor.[2] Müslüman olabilmenin temel şartı olarak kabul edilen bu durum bir “berâet” hareketidir aslında. Bu, diğer bir açıdan bakıldığında beri olmanın ‘bende’ olabilmek için öncül bir şart olduğunu da göstermektedir.
Bu noktadan hareketle berâet gecesi de bize günümüzdeki mevcut bâtıl güçler, ilâhlaştırılmaya çalışılan otoriteler, vahye alternatif gibi gösterilmeye çalışılan bilgi mekanizmaları, galibiyetin yegane ölçüsü gibi gösterilen siyâsi ve ekonomik üstünlükler, ehl-i küfrün dünya endeksli yaşam tarzları gibi ne kadar “tâğutlar” varsa hepsinin reddedilmesi gerektiğini hatırlatmalıdır. Modern zamanda yaşayan Müslümanlar olarak bu gecede günahlarımızdan ‘berî olmak/ temizlenebilmek’ istiyorsak zikrettiğim hususlarda beri olup olmadığımızı bir güzel gözden geçirmemiz gerekmektedir.
Peygamberlerde bizler için çok güzel numuneler bulunduğunu ifade buyuran Cenab-ı Hak, o peygamberlerden birinin tağutlara karşı nasıl tavır takındığını şöyle anlatıyor bizlere: “İbrahim’de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: “Biz sizden ve Allah’ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah’a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir.”[3]
Ehl-i küfre karşı sergilenmesi gereken bu mukaddes tavır Tevbe süresinde de şu ayet-i celile ile ifade ediliyor: “Hacc-ı ekber (en büyük hac) gününde Allah ve Resûlünden insanlara bir bildiridir: Allah ve Resûlü müşriklerden uzaktır.”[4]
Her iki ayet-i kerimede müşriklerden ve küfür adına ne varsa hemen hepsinden uzak durulmasına dair husus ‘berâet’ tabiriyle ifade edilmiştir. O halde Berâet gecesinde her türlü noksanımızdan önce küfre karşı duruşumuzun ne durumda olduğu, bugün dünyayı bütünüyle bir maraz gibi sarmış küfür sevgisinin kalbimizde tesirinin olup olmadığı gibi noktalarda hatırı sayılır bir muhasebeye muhtaç olduğumuz açıktır.
Zihin işgalinden beri olmalıyız
Yaşadığımız çağda en yoğun işgale maruz kaldığımız alanların başında hiç şüphesiz ki zihin işgali gelmektedir. Modernleşmenin aktif hale geldiği zamanlardan beri Batı dünyasının kavramlara yüklediği manalarla düşünür olduk. Kendi kavramlarımızı ya unutarak ya da zihnî işgalin istediği minvalde anlamlandırarak yokluğa mahkum ettik. Şu halde, böylesine anlam kargaşası yaşadığımız bir dünyada Müslümanlar olarak ilk yapmamız gereken şey “Müslümanca düşünmeyi” sağlayabilmektir.
İzah etmeye çalıştığımız durumun bir misali olarak, sürekli ağzımıza dolanan özgürlük kelimesini ele alalım. Zira bu kavram bizim dünyamıza ait bir kavram değildir. Bilakis, çılgınca eğlenebilmeyi, gününü gün edebilmeyi, zevklerinin peşinde koşmayı bütün bunlar için de sınırı ve hesabı olmayan bir hayatı hayal eden batılının uydurup yaydığı bir kavramdır. Bir Müslüman için ise özgürlükten ziyade “kul” olmak esastır. Bu sebeple Kur’an-ı Kerim sürekli insandan sürekli “abd/kul, köle” olarak bahseder. Müslüman Allah ﷻ’ın isteyip razı olduğu minvalde bir hayat yaşadığı ölçüde hürdür ve mutludur. Bu istikametin dışında yaşanan bir hayat sefaletten başka bir şey değildir. Gel gör ki, bugün rezil hayatların albenili hale getirilmesi için açık bir manipülasyon aracı olarak kullanılan “özgürlük” kavramı Müslümanlar tarafında bile çok cazip bir şeymiş gibi dillendirilmektedir. Bu durum, yaşadığımız zihin işgalinin buudunu göstermesi açısından calib-i dikkattir.
Berâet gecesinin bize sağlayacağı bir kazanım da, bizim dünyamıza ait olmayan ve maruz kaldığımız zihin işgalinin ürünleri olan mefhumları bir bir dünyamızdan çıkararak onlardan ‘beri’ olduğumuzu ilan etmek olmalıdır.
Müslüman, günahlardan beridir
Berâet gecesinin faziletleri zımnında Müslümanın alacağı vadedilen ‘Berâet’ i elde edebilmemiz için günahlardan da ‘berî’ olmamız gerekmektedir. Oysa bugün özellikle medya saikiyle İslâm’ın kebâirden saymış olduğu birçok günaha teşvik edildiğimiz bilinen bir gerçektir. Böylesine tazyikli bir ortam ve çağda bu günahlardan uzak durmak elbette fazileti açısından daha büyüktür.
Misâlen, bugün Müslümanlar olarak karz-ı haseni ihmal ettiğimizden dolayı bankaların kredilerinin cazip hale getirildiği bir dünyada yaşar olduk. Kimi zaman zaruri ihtiyaçlarını bile temin edebilmek için mevcut şartlar Müslümanları banka kapılarına sevk etmektedir. Bu durumda Müslümanın karşısına iki şey çıkmaktadır: Ya dünyalık elde edebilmek için İslam’ın şiddetle yasakladığı faiz günahına düşecek ya da velev ki zaruri ihtiyacı bile olsa ahiretini mamur kılabilmek için faizden uzak durmayı tercih edecektir. Bu zamanın bir hicreti de aslında budur. Şayet bizler bazı günahlara düşmeye adeta zorlandığımız bu şartlarda dahi onlardan ‘beri’ olduğumuzu ilan edebilirsek ‘beraat’imizi almaya hak kazanacağız.
Maruz kaldığımız günahlardan biri de mahremiyetin çiğnenmesidir. Bugün medya saikiyle ve çeşitli görseller aracılığıyla aile medeniyetini çökertmek ve gençleri zinaya düşürebilmek için kadınların adeta metalaştırıldığı bir çağda yaşıyoruz. Gözlerimiz harama alıştırılarak gönül dünyamız perişan edilmeye çalışıyor. Bu çağda iffet perdesini muhafaza ederek ahlâken yozlaşmama mücadelesi veren insan ‘beraat’ini almaya müstahak olacaktır. Bir iki nokta üzerinden misallendirmeye çalıştığımız bu gibi ne kadar beri olabildiğimizin muhasebesini yapmalıyız bu gecede. Bu gece bize bir yandan günahlarımızdan tövbe ederek temizlenebilmek imkânını verdiği gibi diğer yandan günahlardan ne kadar kaçınabildiğimiz ve kaçınmak için neler yapmamız gerektiği hususlarında da ilham kaynağı olmalıdır.
Berâetsiz Berâet Olmaz
Her şeyi bir bedel mukabilinde ihsan buyuran Cenab-ı Hak, Cehennemden beri olarak manevi bir ‘berâet’ belgesi almış olmayı da elbette bir karşılığa bağlamıştır. Bu da Kur’an ve sünnette beri olmamız istenen şeylerden öncelikle kalben, sonra kavlen ve nihayet de fiilen uzak durmamızla mümkün olacaktır. Kur’an-ı Kerim ehl-i küfürden nasıl beri olmamız gerektiğini şu âyet-i celile ile bize göstermektedir: “Dinlerini parça parça edip guruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur”[5] Dikkat edilirse ayette küfür ehliyle hiçbir noktada münasebetin olmaması gerektiği vurgulanmaktadır.
Âyette bahsi yapılan işlere kıyafet, şekil ve şimal, yaşam tarzı gibi hayatımızla taalluk eden hemen her şey dahildir. O halde diyebiliriz ki, beraet gecesi, beraete nail olabilmenin yolu, İslâm’ın beri olmamızı istediği her şeyden ‘berâet’imizi ilan etmemizle mümkün olacaktır.
Vesselam..
[1] İbn Manzur, Lisânu’L-Arab, I/31; İbrahim Mustafa, Ahmed ez-Zeyyat, Hamid Abdülkadir, Muhammed en-Neccâr, el-Mu‘cemu’l-Vesît, I/46
[2] Bu meseleyle ilgili enfes bir tahlil için bkz. Ebu Ca‘fer et-Tahâvî, Şerhu Müşkili’l-Âsâr, Âlemu’l-Kütüb, 1414, Baskı: I, III/213 vd.
[3] Mümtehine, 4
[4] Tevbe, 3
[5] En‘âm, 159
Cevapla
Yorumları Görüntüle