Âhirete İlişkin Tasvîrler Tarihsel Midir?

Öztürk, Kur’an’ın tarihselliği bağlamındaki iddialarına, Kur’an’da yer alan ahirete ilişkin tasviri ayetlerin de o günün insanlarının (arapların) zevklerine uygunluk arz ettiği ve bu sebeple tarihsel oldukları iddiasıyla devam etmektedir. Bütün bunlardan önce Öztürk, ahiretin bizatihi kendisine yönelik bir tarif yaparak tarih üstü olduğunu da söylemektedir.  Öztürk’ün bu meyandaki ifadeleri aynen şöyledir: “Ahiret, ilkel kavimler da dâhil olmak üzere tanrının varlığını kabul eden din ve düşünce sistemlerinin hemen hepsinde mevcut bir inanç konusu olması hasebiyle tarih-üstü bir özellik taşır.”[1] Görüldüğü gibi ahireti Öztürk’ün gözünde tarih üstü yapan hususiyet ilkel kavimler de dahil olmak üzere tarih boyunca hemen bütün dinlerde bir inanç olarak mevcut olmasıdır. Bu ifadelerden sonra ahiretin mahiyetine yönelik Kur’an’da yer alan ifadelere değinen Öztürk bu beyanatın tarihsel olduğu noktasında da şunları kaydetmektedir:

“Bununla birlikte Kur’an’ın cennet ve cehennemle ilgili tasvirleri yerel ve tarihseldir. Mesela Kur’an, müminlerin ölümden veya kıyametin kopmasından sonra daimî huzur ve mutluluk içinde yaşayacakları cenneti şöyle tasvir eder:

Allah’a yakın olan kullar cennette mücevherlerle işlemeli tahtlara karşılıklı olarak kurulup sohbet edecekler. Onların etrafında her daim hizmet veren genç uşaklar dolaşacak ve ellerinde şarap pınarından doldurulmuş ibrikler ve kadehler olacak.

İçtikleri şaraptan ne başları ağrıyacak ne de sarhoş olacaklar. Beğendikleri meyvelerden ve canlarının çektiği kuş etlerinden yiyecekler. Güzel gözlü, sütbeyaz tenli dilberler, kabuğunda saklı birer inci gibi dilberler de onların olacak. İşte bütün bu nimetler dünyada iken yaptıkları güzel işlere karşılık bir mükafat olarak verilecek.

Onlar cennette boş, anlamsız ve günaha sokacak bir söz işitmeyecekler. Sadece, “Esenlik ve mutluluğunuz daim olsun!” sözünü duyacaklar!

Amel defterleri sağ taraflarından verilenlere gelince, ne mutlu onlara! Çünkü onlar cennette dikensiz sedir ağaçlarının, çiçeklerle bezenmiş akasyaların, her tarafa yayılmış gölgelerin altında, gürül gürül akan şelalelerin yanı başında dinlenecek ve bitip tükenmeyen bin bir çeşit meyveden yiyecekler.

Yine onlar kabartılmış döşekler üzerinde güzel gözlü, sütbeyaz tenli dilberlerle birlikte olacaklar. Biz o dilberleri bambaşka bir şekilde yaratmışızdır. Dahası, biz onları hep bakire, yaşıt ve cilveli-işveli dilberler olarak yaratmışısızdır.

56/Vâkıa suresi 15-37. ayetlerdeki bu tasvirler hemen hemen aynıyla 55/Rahmân, 76/Dehr- İnsan ve diğer bazı Mekkî surelerde de mevcuttur. Kimi ayetlerde ise müminlerin cennette altın bilezikler ve incilerle süslenip ipek elbiseler giyecekleri bildirilmiştir. Kur’andaki tasvirler bütün olarak değerlendirildiğinde cenneti sonsuza dek yeme, içme ve cinsellik gibi hazların yaşanacağı mekân olarak telakki etmek yanlış olmaz. Zira konuyla ilgili hemen her ayette belirtildiğine göre cennet, içinde ırmakların çağıldadığı yemyeşil bir bahçedir. Bu hasbahçede müminler şarap içecekler, son derece güzel, işveli, cilveli ve tomurcuk göğüslü dilberlerle birlikte olacaklar, kanepelerine yatıp keyif çatacacaklar, canlarının çektiği her meyveden yiyecekler, altın bilezikler takınıp ipek elbiseler giyecekler vs.

İşte Kur’an’daki tasvirlere göre ebedi saadet yurdu olan cennet budur! Bütün bu tasvirlere göre cennet kelimenin tam anlamıyla keyif çatma yeridir. Oysaki dünyadaki hayattan mutlak surette hayırlı ve değerli olan ahiret âlemindeki hayat -tabiri caizse- yan gelip yatmaktan ibaret olmamalıdır. Keza cennet de mezkûr tasvirlerdekinden ibaret bir yer olmamalıdır. Zira Kur’an’da bir oyun, eğlence ve aldanış vesilesi olarak nitelenen şu üç günlük dünyada bile insanoğlunu manevi yönden yücelten iman, irfan, ihsan, bilgi, erdem, iffet, namus gibi birçok güzel değer ve uğraş mevcuttur. Oysa Kur’an’da birçok kez dünyadaki hayattan kesinlikle çok daha hayırlı ve değerli olduğu belirtilen uhrevi yaşam neredeyse yeme, içme ve cinsel ihtiyacı gidermeye münhasır gibidir.[2]

Kur’an’da yer alan ahirete ilişkin tasvirlerin tarihsel olduğunu bu gibi gerekçelerle iddia eden Öztürk’e şunları söylemeliyiz:

  1. Bu bahiste tarih üstülüğe dair getirmiş olduğunuz tanım daha önceki tanımızla ayniyet arz etmemektedir. Zira daha önceki fasılda tarihsellik ve tarih üstülük ayrımını yaparken şöyle demiştiniz: “Bizce bu konudaki temel ölçüt şudur: Tarihin tüm uğraklarında mevcut olan ve dolayısıyla her peygamberin mesajında ifadesini bulan temalar tarih-üstüdür.”[3] Şu halde sizin sabit ve tüm meseleler için aynı zemin üzerinde konuşabileceğiniz bir tarihsellik tanımınız yok mudur? Yoksa size göre bu tez, mevzuya göre değişebilecek bir mahiyeti mi haizdir? Böyle bir mantıkla neyi, nasıl savunabilirsiniz?
  2. Öztürk’ün ortaya koyduğu tarih üstülük tanımını bir an için doğru kabul ettiğimizde bu tanımı ahirete uygulayabilmemiz gerçekten mümkün olabilecek midir? Zira, Öztürk’e göre, ahiretin tarih üstü olabilmesi için ilkel kavimler de dahil olmak üzere kabulle karşılanması gerektiğine göre kendisi bu tespiti hangi verilere göre yapmıştır? Bu tespiti yaparken ahirete inanmayan fakat tanrı inancı olan kavim dinlerini de hesaba katmakta mıdır? Katmakta ise bu nasıl bir tarih üstülük olmakta, katmamakta ise bu istisnayı neye göre yapmaktadır? Yani özetle, Öztürk böylesine şümullü bir ifadeyi hemencecik tüm kavimlere hangi tarihi verilere dayanarak nispet edebilmektedir?
  3. Öztürk’ün iddiası ahiret ile Cennet ve Cehennem’i birbirinden ayırmaktadır. Oysa Kur’an ayetlerine baktığımızda ahiretle ilgili ayetlerin hemen tamamı meseleyi bu iki esas üzerinden hikaye buyurmaktadır. Öyleyse Öztürk bu ayrımı neye göre yapmaktadır? Cennet ve Cehennem’i ayırdığınızda ahiret namına ortada ne kalmaktadır. Muhtevası olmayan bir ahiret anlayışı. Böyle bir anlayış ve inanışın tarih üstü olması ne anlam ifade edecektir?
  4. Öztürk, Cennetle ilgili ayetleri zikrederek Cennet’in keyif çatma yeri olmadığını ve bu sebeple ilgili ayetlerin tarihsel olduğunu iddia etmektedir. Öyleyse soralım: Kur’an’ın anlattığı Cennet tamamen dünyada çekilen sıkıntıların bir telafisi ve yapılan salih amellerin bir ecriyken siz Cennet’in ne yeri olmasını arzuluyorsunuz? Allah ﷻ’ın bir kısım Cennet nimetlerini anlatarak kullarını teşvik etmesi ve bu anlamda ‘keyif çatma yeri olan Cennet’ size neden garip gelir ki? Yani Cenab-ı Hakk’ın orayı tamamen keyif çatma yeri kılmasında nasıl bir garabet olabilir? Siz bu iddianızı temellendirirken, dünyadaki bir kısım sorumluluklardan bahsederek bu alemi Cennetle kıyaslıyorsunuz. Bunun en azından meal farık bir kıyas olduğunu veya gaib olanı şahid olana kıyas etmek manasında mantıken tamamen fasit bir istidlal olduğunu anlayamıyor musunuz? Kaldı ki, saydığınız şeylerin hiçbiri Cennet’te olmayacak diye bir nass da yok. Nitekim, müşahhas olarak birtakım Cennet nimetlerinden bahseden Kur’an-ı Kerim aynı zamanda Cennet’i anlatırken “Orada sizin için canlarınızın çektiği her şey var ve istediğiniz her şey orada sizin için hazırdır” [4]şeklinde umumi ifadeye de yer vermektedir.
  5. Şu da dikkat çekilmesi gereken bir diğer nokta: Öztürk, bir şeyin tarih üstü olmasının ölçüsünü beyan sadedinde tarih boyu yaşamış ilkel kavimler de dahil olmak üzere bütün kavimlerde bir inanç olarak var olan şeylerin evrensel olduğunu söylemişti. Kur’an’ın Cennet ayetlerinde bahsettiği yemek içmek gibi şeyler tarih boyu tüm kavimler var olan hatta insanlığın var oluşundan beri süregelmiş ameliyeler değil midir? Öyleyse Cennet ayetleri yemek, içmek yahut cinsel yakınlık gibi tarih boyu insanlığın zevk aldığı faaliyetler olan şeyleri araplara mahsus kılan nedir? Evet, belki ilk muhatap oldukları için belli ayetlerin anlattığı keyfiyet onların örfüne daha uygun gibi gözükebilirse de bu hiçbir şekilde tarihsellik gibi bir tezin delili olamaz.
  6. Bir başka açıdan baktığımızda Öztürk’ün bu nokta sadedindeki delillendirmesinde ayrı bir fasitlik var: O da kıyâsu’l-ğâib ale’ş-şâhid istidlalidir. Yani Öztürk, Kur’an’ın, tamamen bilgi sınırlarımızın dışında kalan ve hiçbir şekilde tanık olmadığımız bir alemle ilgili anlattığı tasvirleri dünyevî şarlara kıyas ederek anlamakta ve bu sebeple tarihsel saymaktadır. Oysa bu tamamen fasit bir istidlal çeşididir. Zira görmediğimiz bir alemde mevcut olacağı bildirilen bu manzaraların, nimetlerin veya cezaların her ne kadar var olduğuna imanımız tamsa da nasıl olacaklarına yönelik hiçbir bilgiye sahip değiliz. Yani bu konudaki keyfiyet bizce malum değildir. Bu nokta ancak görüp tatmakla malum olabilecek bir noktadır. O halde bu mevzuda anlatılanların nasıl olduklarını da biliyormuşçasına araplara mahsus haller ve zevkler olduğunu söylemek gaybı taşlamak ve tamamen fasit bir delille istidlal etmekten başka bir şey değildir.
  7. Ayrıca, Cennet nimetlerinden bahseden ayetleri zikrederek bunların arapların zevklerine uygun olduğunu ve bu sebeple tarihsel olduğunu iddia ediyorsunuz. Peki, söyleyin bakalım: Kur’an Cennet nimetlerinin evrensel olduğunu anlatabilmek için nasıl bir anlatım sergilemeliydi? Zira, sizin yürüttüğünüz mantığa bakılacak olursa ne dil ne de anlatım açısından hiçbir metnin evrensel olması mümkün değil ki.

Bu noktalar üzerinden de anladığımız üzere Öztürk’ün, Kur’an’ın ahiretle ilgili beyânâtını tarihsel sayması tamamen indî mülahazalara dayandırılmış bir görüştür. Zira, Kur’an-ı Hakim bu ayetlerde bahsettiği hakikatleri tüm insanlığı teşvik ve tahvîf için inzal buyurmuş ve kıyamete dek yaşayacak müminleri teşvik etmiştir.


[1] Öztürk, Kur’an ve Tefsir Kültürümüz, s. 25-26

[2] Öztürk, Kur’an ve Tefsir Kültürümüz, s. 26-27

[3] Öztürk, Kur’an ve Tefsir Kültürümüz, s. 17

[4] Fussilet, 31